.................................................................................Bu Yılbaşında Sevdiklerinize En Güzel Hediyeniz Bir Kitap Olsun 📚📚📚📚📚📚📚
Cumhuriyet Bayramı, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 29 Ekim 1923'te Cumhuriyet yönetimi ilan etmesi anısına her yıl 29 Ekim günü Türkiye'de ve Kuzey Kıbrıs'ta kutlanan bir millî bayramdır. 1925 yılında çıkarılan bir yasa ile ulusal (millî) bayram olarak kutlanmaya başlanmıştır.
Cumhuriyet Bayramı'nın kutlandığı ülkeler olan Türkiye ve Kuzey Kıbrıs'ta 28 Ekim öğleden sonra ve 29 Ekim tam gün olmak üzere bir buçuk gün resmî tatildir. 29 Ekimlerde stadyumlarda şenlikler yapılır, akşam ise geleneksel olarak fener alayları düzenlenir.
Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, cumhuriyetin onuncu yılı kutlamalarının yapıldığı 29 Ekim 1933 tarihinde verdiği Onuncu Yıl Nutku'nda, bu günü "en büyük bayram" olarak nitelendirmiştir. Cumhuriyet Bayramı, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 29 Ekim 1923'te Cumhuriyet yönetimi ilan etmesi anısına her yıl 29 Ekim günü Türkiye'de ve Kuzey Kıbrıs'ta[ kutlanan bir millî bayramdır. 1925 yılında çıkarılan bir yasa ile ulusal (millî) bayram olarak kutlanmaya başlanmıştır.
Cumhuriyet Bayramı'nın kutlandığı ülkeler olan Türkiye ve Kuzey Kıbrıs'ta 28 Ekim öğleden sonra ve 29 Ekim tam gün olmak üzere bir buçuk gün resmî tatildir. 29 Ekimlerde stadyumlarda şenlikler yapılır, akşam ise geleneksel olarak fener alayları düzenlenir.
Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, cumhuriyetin onuncu yılı kutlamalarının yapıldığı 29 Ekim 1933 tarihinde verdiği Onuncu Yıl Nutku'nda, bu günü "en büyük bayram" olarak nitelendirmiştir.
Cumhuriyetin ilanı
Osmanlı İmparatorluğu, 1876 yılına kadar mutlak monarşi, 1876-1878 ve 1908-1918 arasında meşruti monarşi ile yönetilmişti. I. Dünya Savaşı'nda yenilgiye uğramasının ardından işgale uğrayan Anadolu'da halkın işgalcilere karşı Mustafa Kemal Paşa önderliğinde verdiği Millî Mücadele, Ekim 1922 tarihinde millî güçlerin zaferi ile sonuçlandı. Bu süreçte, "Büyük Millet Meclisi" adıyla 23 Nisan 1920'de Ankara'da toplanan halkın temsilcileri, 20 Ocak 1921'de Teşkilat-ı Esasiye Kanunu adlı yasayı kabul ederek egemenliğin Türk ulusuna ait olduğunu ilan etmiş ve 1 Kasım 1922'de aldığı kararla saltanatı kaldırmıştı. Ülke, meclis hükûmeti tarafından yönetilmekteydi.
27 Ekim 1923'te İcra Vekilleri Heyeti'nin istifası ve yerine meclisin güvenini kazanacak yeni bir kabinenin kurulamaması üzerine Mustafa Kemal Paşa, yönetim biçiminin Cumhuriyet olması için İsmet İnönü ile bir yasa değişikliği tasarısı hazırlayarak 29 Ekim 1923'te Meclis'e sundu. Teşkilat-ı Esasiye Kanunu'nda yapılan değişikliklerin kabulü ile Cumhuriyet, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından ilan edilmiş oldu. Cumhuriyetin ilanı, Ankara'da 101 pare top atışı ile duyuruldu ve 29 Ekim gecesi ile 30 Ekim 1923 tarihinde başta Ankara olmak üzere tüm ülkede bir bayram havasında kutlandı.
.
Atatürk,
Cumhuriyet Bayramı kutlamaları için TBMM'ye gelirken.
Cumhuriyet ilan edildiği sırada henüz 29 Ekim günü bayram ilan edilmemiş, kutlamalar konusunda bir düzenleme yapılmamıştı; 29 Ekim gecesi ve 30 Ekim günündeki şenlikleri halk kendiliğinden organize etti. Ertesi yıl, 26 Ekim 1924 tarihli 986 numaralı kararname ile Cumhuriyet'in ilanının 101 pare top atılarak ve planlanacak özel bir programla kutlanmasına karar verildi. 1924 yılında yapılan kutlamalar, daha sonra yapılacak olan Cumhuriyet'in ilanı kutlamalarının başlangıcı oldu.
2 Şubat 1925'te Hariciye Vekaletince (Dışişleri Bakanlığı) düzenlenen bir yasa teklifinde 29 Ekim'in bayram olması önerildi. Bu teklif Meclis Anayasa Komisyonu tarafından incelendi ve 18 Nisan'da karara bağlandı, 19 Nisan'da ise teklif TBMM tarafından kabul edildi. "Cumhuriyetin İlanına Müsadif 29 Teşrinievvel Gününün Milli Bayram Addi Hakkında Kanun" ile 29 Ekim'de Cumhuriyet Bayramı'nın millî bayram olarak kutlanması resmi bir hüküm şekline geldi. Cumhuriyetin ilan edildiği gün, 1925'ten itibaren ülke içinde ve dış temsilciliklerde resmî bir bayram olarak kutlanmaya başladı.
Hükûmet 27 Mayıs 1935'te milli bayramlar hakkında yeni bir düzenleme yaparak ülkede kutlanan bayramları ve içeriklerini yeniden belirledi. Daha evvel Meşrutiyet'in ilan günü olan Hürriyet Bayramı ile Saltanatın kaldırılış günü olan Hâkimiyet Bayramı millî bayramlar arasından kaldırılarak kutlanmasına son verildi. Cumhuriyet'in ilan edildiği 29 Ekim günü "ulusal bayram" olarak ilan edildi ve devlet adına yalnız o gün tören yapılması karara bağlandı.
Cumhuriyet'in ilk yıllarında, Cumhuriyet Bayramı kutlamalarında yıkılan bir devletin enkazından genç Türkiye Cumhuriyeti'nin doğduğu vurgusu yapılmıştır. Bu ilk zamanlarda kutlamalar, günübirlik yapılan törenler şeklindeydi. Aynı gün içinde törenler, sabah resmikabul ile başlar daha sonra devlet erkanı önünde resmî geçit düzenlenir ve akşamda fener alayı gerçekleştirilerek program üç kısımda tamamlanmış olurdu. Ayrıca bayram akşamları şehrin idarecileri ve ileri gelenlerinin katıldığı "Cumhuriyet Baloları" düzenlendi. Törenlerin bu yapısı 1933 yılına kadar devam etti.
Cumhuriyet Bayramı kutlamalarında 1933 yılında gerçekleşen onuncu yıl kutlamalarının ayrı bir yeri ve önemi vardır. 1923'te kurulan Cumhuriyet'in on yıl gibi kısa bir süre içinde gerçekleştirdiği reformların ve ekonomik kalkınmanın halka ve tüm dış dünyaya gösterilmek istenmesi Cumhuriyet Bayramı kutlamalarına farklı bir anlam yüklenmesine sebep oldu. Onuncu yılda kutlamalar daha önce yapılan bayram kutlamalarından çok daha geniş bir şekilde organize edildi. Hazırlıklar için 11 Haziran 1933 tarihinde TBMM'de görüşülen ve 12 maddeden oluşan 2305 sayılı "Cumhuriyet’in İlanının Onuncu Yıl Dönümü Kutlama Kanunu" kabul edildi. Bu yasa ile 10. yıl kutlamalarının üç gün sürmesi ve bu günlerin resmî tatil olması kararlaştırıldı.
Tüm yurtta, 10. yıl bayram kutlama törenlerinin yapıldığı yerlere "Cumhuriyet Meydanı" adı verildi ve isim koyma törenleri yapıldı. İsim konma törenleri sırasında hatıra olarak "Cumhuriyet Anıtı" veya "Cumhuriyet Taşı" denilen mütevazı anıtlar yapıldı. Kutlamalar, çok renkli geçti. Mustafa Kemal Paşa, Ankara Cumhuriyet Meydanı'nda Onuncu Yıl Nutku'nu okudu. Onuncu Yıl Marşı bestelendi ve marş her yerde okunur oldu. 1934 yılından 1945 yılına kadar yapılan Cumhuriyet Bayramı kutlamaları bazı değişiklikler dışında 1933 yılında yapılan Cumhuriyet Bayramı kutlamaları örnek alınarak düzenlendi.
Mustafa Kemal Atatürk'ün, Cumhuriyet'in onuncu yılı
nedeniyle verdiği
Savarona! Şımarıklık, diplomasi ve hüzünlü bir öykü...
Bugün yapılacak geçiş aslında Savarona’nın yeniden doğumunun
ilanı olarak kabul edilmeli. Savarona, Türkiye Cumhuriyeti’nin önemli
değerlerinden birisidir. Yeniden maviliklerde boy göstermesi, Türk bayrağını
dalgalandırması hepimiz için kazanç ve gurur vesilesidir.
Savarona’nın hikâyesi, şımarıklıkla başlar, sonra bizim
sularımızda hüzünle devam eder...
Savarona tek bir yatın adı değildir aslında bu adla üç ayrı
yat imal edildi.
İlk Savarona 1926’da, ikincisi 1928’de üçüncü ve mülkiyeti
Türk devletine ait olan Savarona’ysa 1930 yılında sipariş edildi.
Her üç yatın da sahibi de dedesi Brooklyn Köprüsü’nü inşa
eden, babası çelik tel şirketi sahibi olan Emily Roebling Cadwalader’dır.
Bu hanımefendi için bir parantez açmazsam olmaz.
Artık nasıl bir zevki varsa, Cadwalader’ın sahibi olduğu ilk
yat USS Sequoia, ABD Hükümeti’nce satın alındı ve 1977’de Başkan Carter
satılmasını emredinceye kadar tüm ABD Başkanları tarafından kullanıldı.
Dünya üzerinde sattığı yatlar, iki ülke tarafından, devlet
yatı haline getirilmiş başka birisi olduğunu sanmıyorum.
Savarona’da paranın insana verdiği gücün bir yansıması ve
biraz şımarıkça bulduğum önemli bir eşya var, o da büyük salondaki şömine.
Birden çok yabancı kaynakta o şöminenin Savarona’ya
gelişinin hikâyesini okudum.
İddia o ki, Bayan Cadwalader bu sanat eseri şömineyi
Portekiz’e yaptığı bir gezide tarihî bir şatoda görmüş ve çok beğenmiş.
Şömineyi satın almak istemiş ama şatonun sahipleri bu
teklifi kabul etmemişler. Bunun üzerine Bayan Cadwalader ani bir kararla önce
şatoyu satın almış, ardından çok beğendiği şömineyi söktürerek Savarona’nın
yapıldığı Almanya’daki dünyaca ünlü Blohm und Voss Tersanesi’ne taşıtıp, yata
monte ettirmiş. Bu tersanenin adı size tanıdık geldi mi?
Osmanlı İmparatorluğu’nun 1. Dünya Savaşı’na girmesinin
sebeplerinden sayılan, İngiliz donanmasından kaçarken İstanbul’a sığınan Goben
ve Breslau zırhlıları vardı ya, sonradan Yavuz adını alan Goben de işte bu
dünyaca ünlü tersanede yapılmıştı.
Savarona’nın Türkiye’ye geliş hikâyesi de aslında eşsizdir.
Türkiye ile ABD arasındaki dostane ilişkilerin başlangıç noktası Savarona’nın
satışıdır demek mümkündür. Hikâyeyi hızlıca anlatayım:
Savarona denize indirildikten sonra Bayan Cadwalader ve
eşiyle beraber iki kere dünya denizlerinin neredeyse tamamını dolaştı ama asla
ABD karasularına giremedi. Bunun sebebi ABD Hükümeti’nin bir başka ülkede imal
edilen Savarona için çıkardığı ve neredeyse yatın yapım fiyatına yakın bir
rakama ulaşan ağır gümrük vergisidir.
Savarona’nın maliyetine dair kesin bir bilgi yok. 4 milyon
dolarla, 10 milyon 500 bin dolar arasında çeşitli rakamlardan söz ediliyor.
Bildiğimiz Ertuğrul yatının emekliye ayrılmasından sonra
Türkiye’nin bir yat aradığı gerçeği. Sonuçta özel sektörden isimlerin de
devreye girmesiyle Washington Büyükelçiliği ABD Hükümeti’yle görüşmelere
başlar.
ABD, Savarona’nın satışı için kendi yönetmeliklerini esnetir
zira Başkan Roosevelt’in Türkiye iyi ilişkiler kurmak istediği bilinmektedir.
Hitler Almanya’sı da kendi mühendislik yeteneklerinin
zirvesi sayılan bu yatın başka ülkeye satılmasını istemez.
Almanya, Krupp firmasının aracılığıyla Hamburg Limanı’ndaki
yata haciz koyar.
Sonrası tam bir diplomasi savaşına dönüşür. Başkan
Roosevelt, Savarona Yatı’nın üzerindeki haczin en kısa zamanda kaldırılmasını
aksi takdirde o sıralarda, New York Limanı’nda bulunan ünlü Alman
transatlantiğinin haczedileceği mesajını Berlin’e iletir. Sonunda Almanya haczi
kaldırarak, Savarona’nın Hamburg Limanı’ndan çıkmasına izin verir. 24 Mart
1938’de devletçe Cumhurbaşkanı yatı olarak alınan Savarona’ya İngiltere’nin
Southampton Limanı’nda merasimle Türk bayrağı çekilir. Gemiyi teslim alan
Kaptan Sait Özege daha önce Ege yolcu gemisinin süvariliğini yapmış tecrübeli
bir deniz insanıdır. Savarona, teslim alındıktan sonra yaklaşık iki ay
Almanya’da kaldı ve döşemelerinde bazı tadilat işlemleri yapıldı.
Savarona yatı, Atatürk’ün hastalığının ağırlaştığı dönemde,
1 Haziran 1938’de İstanbul’a geldi. Sabah Florya’ya demir atan ve temizliği
yapılan Savarona daha sonra Dolmabahçe önlerine geldi.
Mustafa Kemal Atatürk, aynı gün saat 15.30’da Acar motoruyla
ulaştığı Savarona’nın güvertesine çıktı.
Yanında Kılıç Ali, İş Bankası Genel Müdürü Muammer Eriş,
Yaver Celal Bey, İstanbul Valisi Muhittin Üstündağ gibi isimler vardı. O güne
tanıklık edenler Mustafa Kemal Atatürk’ün ilk sözünün “Ne olurdu, bu gemi
birkaç yıl önce elimize geçmiş olsaydı!” dediğini aktarmışlar anılarında.
Mustafa Kemal Atatürk, Savarona yatından o günden sonra
inmedi. Tam 56 gün boyunca o yatta kaldı.
İki kere Bakanlar Kurulu’nu topladı, İstanbul’un imarıyla
ilgili bir toplantıya başkanlık etti. Hatay sorunu ve Dersim’deki kalkışma
girişiminin Hatay meselesi üzerindeki olası etkilerine dair görüşmeler yaptı.
Karadeniz’den girip Boğaz’ı geçen Romanya Kralı II. Carol’u Savarona’da
ağırladı. Marmara içerisinde bir keresinde Erdek açıklarına kadar uzanan kısa
geziler yaptı. Hastalığı ilerliyordu, yaz sıcağında biraz rahat etmesi için
kamarasının çevresine büyük buz kalıpları konuyordu. Yatın içine rüzgar girmesi
için Savarona, hemen Boğaz’ın girişine Büyükdere’ye demir attı, bir süre orada
kaldı.
Hastalığı ağırlaşan Mustafa Kemal Atatürk, 25 Temmuz 1938’de
saat 01.00’de Acar motoroyla Dolmabahçe Sarayı’ndaki hasta odasına taşındı.
Mutluluğu ve Savarona’daki konukluğu toplam 56 gün sürmüştü.
Savarona’nın satın alınmasında Mustafa Kemal Atatürk’ün
ilerleyen hastalığına deniz havasının iyi geleceği düşüncesi baskın bir
düşüncedir ama tek geçerli sebep değildir. Denizi çok seven Atatürk, o güne
kadar Ertuğrul yatını kullanıyordu. Bu kullanımın sonunu getiren olay 4 Eylül
1936’da yaşandı. O gün, İstanbul’a gelen İngiliz Kralı 8’inci Edward’ın
şerefine Moda koyunda yelken yarışı düzenlendi. Atatürk yarışı Kral Edward’la
birlikte Ertuğrul yatında izledi. Fakat Ertuğrul manevra yaptıkça bacasından
yağlı kurum yağdırdı. Edward, beyaz elbisesine konan kurumu üfledikçe elbisesi
daha da berbat oldu. Atatürk’ün canı sıkıldı; durumu kurtarmak için, “Majeste
bu yat epey zamandır çalışmadığı için, kazanları ısınıncaya kadar bu kurumlar
bizi rahatsız edecektir” dedi ve Kral’ın koluna girerek bitişikteki
İngilizlerin görkemli kraliyet yatına geçtiler. Yaşlı Ertuğrul’un yerine yeni
bir yat alınması fikri de o gün ortaya çıktı.
Mustafa Kemal Atatürk’ün yanında garson olarak çalışan Cemal
Granda’nın “Atatürk’ün Uşağıydım” kitabında Savarona günlerine dair de anılar
yer alır. O döneme dair okuyup, yazanlar, kitabı güvenilir bulmazlar pek ama
aklımda kalan bir bölüm vardı. Granda’nın iddiası o ki İsmet Paşa, Savarona
yatına geldiğinde verdiği ilk talimatlardan birisi İtalyan yat tekstili ürünü
olan çarşafların kaldırılıp yerine Sümerbank üretimi çarşafların serilmesi
olmuş. Gerçek mi bilmem ama bildiğim Savarona’nın hikâyesinde şanlı ve kötü
günler olduğu. Savarona, II. Dünya Savaşı’nda Kanlıca Koyu’nda koruma altına
alınmış. 2 Temmuz 1951’de okul gemisi olarak kullanılmak üzere Deniz Kuvvetleri
Komutanlığı’na devredilmiş. Aynı zamanda devlet büyüklerini ve yabancı devlet
adamlarını kabul edecek şekilde hazır tutulmuş. Bayar’ın bir Atina ziyaretine
Savarona’yla gittiği bilinir. Yıllarca Atatürk’ün kaldığı daire ise aynen
korunmuş ama 1979’da Savarona büyük bir yangın geçirince bir sürü anı
kaybolmuş. Savarona, 27 Temmuz 1986’da ise hurdaya çıkarıldı sonra özel sektöre
kiralandı, büyük bir onarım gördü ama hikâye unutmak istediğiniz şekilde son
derece tatsız bitti.
“Sava”, kimi kaynaklarda Atlantik’te yaşadığına inanılan
efsanevî bir kuşa verilen addır. Kimi kaynaklarda bu kuşun Hindistan
taraflarında yaşayan bir tür siyah kuğu olduğu söylenir. “Rona” ise Bayan
Cadwalader’in evlenmeden önceki kızlık soyadıdır. Mustafa Kemal Atatürk’ü
1938’de kaybettik, Bayan Cadwalader 1941’de öldü ama Savarona halen yaşıyor.
Bugün yapılacak geçiş aslında Savarona’nın yeniden doğumunun ilanı olarak kabul
edilmeli. Denizaltı dalışı yapmış nadir sivillerden birisi olarak süreci biraz
biliyorum. Savarona’nın yeniden donanmaya kazandırılması ve aslına uygun olarak
onarımı konusunda iki isme hakkını teslim etmek lazım. Birinci isim
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın eşi Emine Erdoğan diğer isim de Deniz Kuvvetleri
Komutanı Oramiral Ercüment Tatlıoğlu. Savarona’nın içinde göreceğiniz eşyaların
orijinal ve gerçekten Mustafa Kemal Atatürk tarafından kullanılmış eşyalar
olması için Milli Saraylar da uzun bir uğraş verdi. Savarona, Türkiye
Cumhuriyeti’nin önemli değerlerinden birisidir. Yeniden maviliklerde boy
göstermesi, Türk bayrağını dalgalandırması hepimiz için kazanç ve gurur
vesilesidir.
Unutmayalım ki, 1930’larda var olan rejimlerin çoğu tarihe
karıştı, o dönemin yüzleri, Stalin, Hitler, Mussolini tarihin adını kötülükler
sayfasında andığı isimler, dönemin İngiltere Başbakanı Chamberlain bugün
Hitler’in parmağında oynattığı isim olarak biliniyor. Fransa 1930’larda 3.
Cumhuriyet devrini yaşıyordu, bugün 5. Cumhuriyet devrinin sonlarını yaşıyor. O
dönemden bugüne kurucusu tüm dünyada saygıyla yad edilen tek ülke Türkiye
Cumhuriyeti.
Dünya Ahtapot Günü her yıl 8 Ekim’de kutlanır ve gezegendeki en gizemli ve zeki deniz canlılarından biri olan ahtapota adanmıştır. Bu gün, ahtapotların deniz ekosistemlerindeki önemine dikkat çekmek ve onları çevresel tehditlerden korumanın gerekliliğini vurgulamak amacıyla kutlanır.
Dünya Ahtapot Günü ilk olarak 2000’li yılların başında deniz biyolojisi meraklıları ve okyanus koruyucuları tarafından kutlanmıştır. 8 Ekim tarihi özellikle seçilmiştir: 8 rakamı ahtapotun sekiz kolunu simgeler. Bu etkinlik aynı zamanda 8-12 Ekim tarihleri arasında düzenlenen “Ahtapot Haftası” etkinliklerinin bir parçasıdır ve farklı kafadanbacaklı türlerine odaklanır.
Bu gün, ahtapotların ne kadar şaşırtıcı varlıklar olduğunu hatırlatır: yüksek zekâya sahiptirler, sorun çözebilir, nesneleri araç olarak kullanabilir ve kamuflaj için renk değiştirebilirler. Ayrıca ahtapotlar, okyanuslarda ekolojik dengeyi korumada önemli bir rol oynar.
* Akvaryumlarda ve deniz merkezlerinde ahtapotların yaşamına dair özel sergiler ve sunumlar düzenlenir.
* Çocuklar ve öğrenciler için okyanus ekolojisi konulu eğitim programları düzenlenir.
* Sosyal medyada ahtapotların davranışları ve özelliklerini anlatan fotoğraflar, bilimsel bilgiler ve videolar paylaşılır.
* Çevre örgütleri, deniz ekosistemlerini koruma ve okyanus kirliliğini azaltma kampanyaları düzenler.
* Ahtapotların üç kalbi ve mavi kanı vardır; bu, oksijen taşımasına yardımcı olan özel bir protein sayesindedir.
* Kaybettikleri kollarını yeniden çıkarabilir ve hatta diğer deniz canlılarını taklit edebilirler.
* Ahtapotların ortalama ömrü kısa — 1 ila 3 yıl — ama bu süre zarfında öğrenme ve uyum sağlama yetenekleri dikkat çekicidir.
Dünya Ahtapot Günü, dünya çapında okyanus severleri, bilim insanlarını ve doğa koruyucularını bir araya getirir. Bu gün, ahtapotların sadece şaşırtıcı yaratıklar olmadığını, aynı zamanda insanın okyanuslara karşı sorumlu davranışıyla korunması gereken deniz ekosisteminin önemli bir parçası olduğunu hatırlatır.
İtilaf Devletleri donanmaları 30 Ekim 1918'de imzalanan
Mondros Ateşkes Antlaşması'na dayanarak 13 Kasım 1918'de Haydarpaşa önlerine
demirleyip İstanbul'a girdi. Fiilen gerçekleşmiş olan işgal, 16 Mart 1920
tarihinde resmi işgale dönüştü.
Türk Ordusu'nun İzmir'e girmesinden sonra Fahrettin Paşa
komutasındaki 5. Süvari Kolordusu İtilaf Devletleri kontrolündeki tarafsız
bölgeye doğru ilerlemeye başladı. Bunun üzerine Müttefik kuvvetlerde bulunan
Fransız ve İtalyan birlikleri derhal geri çekildi. Çanakkale'de bulunan İngiliz
birlikleri General Harrington'ın emriyle savunma pozisyonu aldı.
İngiltere, Ankara Hükûmeti ile anlaşma yolları aramaya
başladı. Ankara Hükûmeti İstanbul ve Çanakkale boğazlarının denetimini istedi.
İngiltere başbakanı Lloyd George bu istekleri reddetti. Birliklere savaş
pozisyonu alması emrini verdi. Fakat Harrington ateş açılmaması emrini verdi.
Türk birlikleri, İngiliz direnişi ile karşılaşmadan tarafsız bölgeye girerek
Çanakkale Boğazı'na doğru ilerlemeye başladı. Türklerle savaşılmasını istemeyen
Winston Churchill'in başını çektiği bir grup bakan istifa etti.
Diğer taraftan İzmir'in Kurtuluşu'ndan sonra Damat Ferit
Paşa 21 Eylül 1922'de ülkeden kaçtı. Mudanya Mütarekesi gereği Trakya
topraklarının teslimi yapılırken Türkiye'yi temsil edecek kişi olarak Mustafa
Kemal Paşa'nın isteği ile Refet Paşa; İstanbul komutanı olarak da Millî Müdafaa
Umumi Katibi Selahattin Adil Paşa görevlendirildi. Refet Paşa, 19 Ekim
tarihinde TBMM Muhafız Grubu'ndan 100 kişilik bir kuvvetle Gülnihal vapuru ile
Mudanya'dan ayrılıp İstanbul'a geldi. Ardından "İstanbul Komutanı"
sıfatıyla Selahattin Adil Paşa, 81. Alay ile İstanbul'a geldi. Refet Paşa ve
Selahattin Adil Paşa'nın İstanbul'a gelmesine rağmen işgal sonlanmadı. Çünkü
mütarekeye göre işgal kuvvetleri barış antlaşması imzalanmasından hemen sonra
İstanbul'u boşaltacaktı.
24 Temmuz 1923 tarihinde Lozan Barış Antlaşması'ndan sonra,
23 Ağustos 1923'ten itibaren İtilaf kuvvetleri İstanbul'dan ayrılmaya başladı.
Son İtilaf birliği ise 4 Ekim 1923 günü Dolmabahçe Sarayı önünde düzenlenen bir
törenle Türk bayrağını selamlayarak şehri terk etti.
6 Ekim 1923'te ise Şükrü Naili Paşa komutasındaki 3. Kolordu
İstanbul'a girdi ve işgal resmen sonlandı. İşgal 4 yıl 10 ay 23 gün
sürdü. Her yılın 6 Ekim'i böylece İstanbul'un kurtuluş günü olarak belirlendi
ve kutlanmaya başlandı.
Dünya Çocuk Serebral Palsi Günü, her yıl 6 Ekim’de kutlanan uluslararası bir gündür. Bu günün amacı, çocuklarda serebral palsi (SP) hakkında farkındalığı artırmak, bu durumla yaşayan insanlara destek olmak ve eşit fırsatlar ile kapsayıcılık hakkını teşvik etmektir.
Dünya Çocuk Serebral Palsi Günü ilk kez 2012 yılında, engelli bireylerle çalışan kuruluşların, özellikle Cerebral Palsy Alliance ve United Cerebral Palsy’nin girişimiyle düzenlenmiştir. Amacı, SP’li bireyleri, ailelerini, araştırmacıları, doktorları ve insan hakları savunucularını bir araya getiren küresel bir hareket oluşturmaktı.
* SP hakkında toplumsal farkındalığı artırmak ve bu durumla ilgili yanlış inanışları ortadan kaldırmak.
* Serebral palsili bireylerin bağımsızlık ve eşit fırsatlar arayışına destek olmak.
* Bilimsel araştırmaları ve yenilikçi tedavi yöntemlerini teşvik etmek.
* Hükûmetlerin ve toplumun dikkatini erişilebilir ortam ve tıbbi desteğin önemine çekmek.
* Bilgilendirme kampanyaları, konferanslar ve yardım etkinlikleri düzenlenir.
* SP ile yaşayan kişilerin hikâyeleri medya ve sosyal ağlarda paylaşılır.
* Umut ve desteğin sembolü olarak binalar yeşil renkle aydınlatılır.
* Engelli bireylerin toplumsal yaşama katılımını teşvik eden kapsayıcı etkinlikler düzenlenir.
* SP, dünyadaki en yaygın çocukluk çağı nörolojik bozukluklarından biridir.
* Bayramın sembolü, büyümeyi, yenilenmeyi ve umudu simgeleyen yeşil renktir.
* Her yıl 100’den fazla ülke, kendi etkinlikleriyle bu harekete katılmaktadır.
Dünya Hayvanları Koruma Günü her yıl 4 Ekim’de kutlanır. Bu gün hayvan
haklarının korunmasına, kötü muamele sorunları hakkında farkındalık
yaratılmasına ve vahşi yaşam ile evcil hayvanların korunması gerekliliğine
adanmıştır. Bayram, dünyadaki insanları hayvanlara bakmak ve onlara insancıl
muameleyi teşvik etmek için birleştirmeyi amaçlar.
Dünya Hayvanları Koruma Günü fikri, 1931 yılında
İtalya’nın Floransa şehrinde düzenlenen uluslararası bir hayvan hakları
konferansında önerildi. 4 Ekim tarihi kasıtlı olarak seçildi. Bu gün Katolik
Kilisesi, hayvanların ve doğanın koruyucusu olan Aziz Francis of Assisi’nin
Bayramını kutlar. O zamandan beri bu bayram uluslararası hale gelmiş ve her yıl
hayvan koruma konularına dikkat çekmektedir.
* Hayvan koruma, evcil hayvan hakları ve vahşi
yaşam hakkında eğitim kampanyaları ve konferanslar düzenlenir.
* Hayvan koruma kuruluşları sergiler, bağış
toplama etkinlikleri ve barınak etkinlikleri düzenler.
* Okullarda ve çocuk merkezlerinde tematik
dersler ve etkinlikler yapılır, hayvanlara saygı teşvik edilir.
* Gönüllüler ve aktivistler flashmoblar,
gösteriler ve hayvan koruma kampanyaları düzenler.
Dünya Hayvanları Koruma Günü, hayvan hakları ve
ihtiyaçları konusunda halkın bilinçlenmesine, barınak ve doğa rezervlerinin
desteklenmesine yardımcı olur ve insanların çevreye karşı sorumluluk anlayışını
güçlendirir. Bu bayram, küçük dostlarımıza özen göstermenin ve doğayla uyum
içinde yaşamanın önemini hatırlatır.
Muazzez Abacı ve Hasan Heybetli'nin ilişkisi, tutkulu ve fırtınalı bir aşk hikâyesi olarak bilinir. Hasan Heybetli, yeraltı dünyasının tanınan isimlerinden biri olup, "Son Kabadayı" olarak anılmıştır. Muazzez Abacı, Türk sanat müziğinin güçlü seslerinden biri olarak sahne hayatına devam ederken, Heybetli'nin ona olan ilgisi büyük jestlerle kendini göstermiştir.
Heybetli, Abacı'nın çalıştığı gazinoya her gün 24 kırmızı gül göndererek aşkını ilan etmiş, hatta bir gece tüm sokağı kırmızı güllerle kaplayarak Abacı'yı etkilemeyi başarmıştır. Ancak bu aşk, sadece romantik jestlerle değil, aynı zamanda kıskançlık ve baskılarla da şekillenmiştir. Heybetli, Abacı'nın sahneye çıkmasını istememiş, ona kazandığı paranın fazlasını vereceğini söylemiş, ancak Abacı müziğe olan tutkusundan vazgeçmemiştir.
İkili, 1980 yılında evlenmiş, ancak bu evlilik 3 yıl sürmüştür. Ayrılığa rağmen birbirlerinden kopamayan çift, 1989 yılında yeniden nikâh masasına oturmuş, fakat bu evlilik de uzun sürmemiş ve 1993 yılında boşanmışlardır. Heybetli'nin cezaevinde olduğu dönemlerde Abacı, cezaevinin karşısında bir ev tutarak onunla iletişim kurmaya devam etmiştir.
Heybetli, yeraltı dünyasındaki faaliyetleri nedeniyle defalarca cezaevine girip çıkmış, son olarak prostat kanseri nedeniyle tutuklu bulunduğu cezaevinde 75 yaşında hayatını kaybetmiştir. Abacı ise müzik kariyerine devam etmiş, sahneye olan bağlılığını hiçbir zaman kaybetmemiştir.
Bu aşk hikâyesi, büyük tutkuların ve zorlukların iç içe geçtiği, magazin dünyasında uzun yıllar konuşulan bir ilişki olarak hafızalarda yer etmiştir.
Muazzez Abacı, Türk sanat müziğinin en güçlü ve etkileyici seslerinden biri olarak kabul edilir. 1947 yılında Ankara'da doğan Abacı, müzik kariyerine 1966 yılında Ankara Radyosu'nda başladı. Klasik Türk müziğine getirdiği modern yorumlarla geniş bir dinleyici kitlesine ulaştı.
Kariyerinin Öne Çıkan Dönemleri:
1973 yılında ilk plağı Bir Sen Kaldın İçimde ile müzik dünyasına adım attı.
1980'ler ve 90'lar, onun en parlak dönemleri oldu. Şakayık, Vurgun ve Felek gibi şarkıları büyük ilgi gördü.
1990 yılında Cemal Safi'nin sözlerini yazdığı, Selçuk Tekay’ın bestelediği Vurgun şarkısı ile kariyerinin zirvesine çıktı.
1998 yılında Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından Devlet Sanatçısı unvanına layık görüldü.