29 EKİM CUMHURİYET BAYRAMI

 


Cumhuriyet Bayramı, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 29 Ekim 1923'te Cumhuriyet yönetimi ilan etmesi anısına her yıl 29 Ekim günü Türkiye'de ve Kuzey Kıbrıs'ta kutlanan bir millî bayramdır. 1925 yılında çıkarılan bir yasa ile ulusal (millî) bayram olarak kutlanmaya başlanmıştır.

Cumhuriyet Bayramı'nın kutlandığı ülkeler olan Türkiye ve Kuzey Kıbrıs'ta 28 Ekim öğleden sonra ve 29 Ekim tam gün olmak üzere bir buçuk gün resmî tatildir. 29 Ekimlerde stadyumlarda şenlikler yapılır, akşam ise geleneksel olarak fener alayları düzenlenir.

Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, cumhuriyetin onuncu yılı kutlamalarının yapıldığı 29 Ekim 1933 tarihinde verdiği Onuncu Yıl Nutku'nda, bu günü "en büyük bayram" olarak nitelendirmiştir. Cumhuriyet Bayramı, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 29 Ekim 1923'te Cumhuriyet yönetimi ilan etmesi anısına her yıl 29 Ekim günü Türkiye'de ve Kuzey Kıbrıs'ta[ kutlanan bir millî bayramdır. 1925 yılında çıkarılan bir yasa ile ulusal (millî) bayram olarak kutlanmaya başlanmıştır.

Cumhuriyet Bayramı'nın kutlandığı ülkeler olan Türkiye ve Kuzey Kıbrıs'ta 28 Ekim öğleden sonra ve 29 Ekim tam gün olmak üzere bir buçuk gün resmî tatildir. 29 Ekimlerde stadyumlarda şenlikler yapılır, akşam ise geleneksel olarak fener alayları düzenlenir.

Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, cumhuriyetin onuncu yılı kutlamalarının yapıldığı 29 Ekim 1933 tarihinde verdiği Onuncu Yıl Nutku'nda, bu günü "en büyük bayram" olarak nitelendirmiştir.


Cumhuriyetin ilanı

Osmanlı İmparatorluğu, 1876 yılına kadar mutlak monarşi, 1876-1878 ve 1908-1918 arasında meşruti monarşi ile yönetilmişti. I. Dünya Savaşı'nda yenilgiye uğramasının ardından işgale uğrayan Anadolu'da halkın işgalcilere karşı Mustafa Kemal Paşa önderliğinde verdiği Millî Mücadele, Ekim 1922 tarihinde millî güçlerin zaferi ile sonuçlandı. Bu süreçte, "Büyük Millet Meclisi" adıyla 23 Nisan 1920'de Ankara'da toplanan halkın temsilcileri, 20 Ocak 1921'de Teşkilat-ı Esasiye Kanunu adlı yasayı kabul ederek egemenliğin Türk ulusuna ait olduğunu ilan etmiş ve 1 Kasım 1922'de aldığı kararla saltanatı kaldırmıştı. Ülke, meclis hükûmeti tarafından yönetilmekteydi.

27 Ekim 1923'te İcra Vekilleri Heyeti'nin istifası ve yerine meclisin güvenini kazanacak yeni bir kabinenin kurulamaması üzerine Mustafa Kemal Paşa, yönetim biçiminin Cumhuriyet olması için İsmet İnönü ile bir yasa değişikliği tasarısı hazırlayarak 29 Ekim 1923'te Meclis'e sundu. Teşkilat-ı Esasiye Kanunu'nda yapılan değişikliklerin kabulü ile Cumhuriyet, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından ilan edilmiş oldu. Cumhuriyetin ilanı, Ankara'da 101 pare top atışı ile duyuruldu ve 29 Ekim gecesi ile 30 Ekim 1923 tarihinde başta Ankara olmak üzere tüm ülkede bir bayram havasında kutlandı.

.giyim, adam, insan, kişi, şahıs, pirinç içeren bir resim

Yapay zeka tarafından oluşturulmuş içerik yanlış olabilir.

Atatürk, Cumhuriyet Bayramı kutlamaları için TBMM'ye gelirken.

Cumhuriyet ilan edildiği sırada henüz 29 Ekim günü bayram ilan edilmemiş, kutlamalar konusunda bir düzenleme yapılmamıştı; 29 Ekim gecesi ve 30 Ekim günündeki şenlikleri halk kendiliğinden organize etti. Ertesi yıl, 26 Ekim 1924 tarihli 986 numaralı kararname ile Cumhuriyet'in ilanının 101 pare top atılarak ve planlanacak özel bir programla kutlanmasına karar verildi. 1924 yılında yapılan kutlamalar, daha sonra yapılacak olan Cumhuriyet'in ilanı kutlamalarının başlangıcı oldu.


2 Şubat 1925'te Hariciye Vekaletince (Dışişleri Bakanlığı) düzenlenen bir yasa teklifinde 29 Ekim'in bayram olması önerildi. Bu teklif Meclis Anayasa Komisyonu tarafından incelendi ve 18 Nisan'da karara bağlandı, 19 Nisan'da ise teklif TBMM tarafından kabul edildi. "Cumhuriyetin İlanına Müsadif 29 Teşrinievvel Gününün Milli Bayram Addi Hakkında Kanun" ile 29 Ekim'de Cumhuriyet Bayramı'nın millî bayram olarak kutlanması resmi bir hüküm şekline geldi. Cumhuriyetin ilan edildiği gün, 1925'ten itibaren ülke içinde ve dış temsilciliklerde resmî bir bayram olarak kutlanmaya başladı.

Hükûmet 27 Mayıs 1935'te milli bayramlar hakkında yeni bir düzenleme yaparak ülkede kutlanan bayramları ve içeriklerini yeniden belirledi. Daha evvel Meşrutiyet'in ilan günü olan Hürriyet Bayramı ile Saltanatın kaldırılış günü olan Hâkimiyet Bayramı millî bayramlar arasından kaldırılarak kutlanmasına son verildi. Cumhuriyet'in ilan edildiği 29 Ekim günü "ulusal bayram" olarak ilan edildi ve devlet adına yalnız o gün tören yapılması karara bağlandı.

Cumhuriyet'in ilk yıllarında, Cumhuriyet Bayramı kutlamalarında yıkılan bir devletin enkazından genç Türkiye Cumhuriyeti'nin doğduğu vurgusu yapılmıştır. Bu ilk zamanlarda kutlamalar, günübirlik yapılan törenler şeklindeydi. Aynı gün içinde törenler, sabah resmikabul ile başlar daha sonra devlet erkanı önünde resmî geçit düzenlenir ve akşamda fener alayı gerçekleştirilerek program üç kısımda tamamlanmış olurdu. Ayrıca bayram akşamları şehrin idarecileri ve ileri gelenlerinin katıldığı "Cumhuriyet Baloları" düzenlendi. Törenlerin bu yapısı 1933 yılına kadar devam etti.

Cumhuriyet Bayramı kutlamalarında 1933 yılında gerçekleşen onuncu yıl kutlamalarının ayrı bir yeri ve önemi vardır. 1923'te kurulan Cumhuriyet'in on yıl gibi kısa bir süre içinde gerçekleştirdiği reformların ve ekonomik kalkınmanın halka ve tüm dış dünyaya gösterilmek istenmesi Cumhuriyet Bayramı kutlamalarına farklı bir anlam yüklenmesine sebep oldu. Onuncu yılda kutlamalar daha önce yapılan bayram kutlamalarından çok daha geniş bir şekilde organize edildi. Hazırlıklar için 11 Haziran 1933 tarihinde TBMM'de görüşülen ve 12 maddeden oluşan 2305 sayılı "Cumhuriyet’in İlanının Onuncu Yıl Dönümü Kutlama Kanunu" kabul edildi. Bu yasa ile 10. yıl kutlamalarının üç gün sürmesi ve bu günlerin resmî tatil olması kararlaştırıldı.

Tüm yurtta, 10. yıl bayram kutlama törenlerinin yapıldığı yerlere "Cumhuriyet Meydanı" adı verildi ve isim koyma törenleri yapıldı. İsim konma törenleri sırasında hatıra olarak "Cumhuriyet Anıtı" veya "Cumhuriyet Taşı" denilen mütevazı anıtlar yapıldı. Kutlamalar, çok renkli geçti. Mustafa Kemal Paşa, Ankara Cumhuriyet Meydanı'nda Onuncu Yıl Nutku'nu okudu. Onuncu Yıl Marşı bestelendi ve marş her yerde okunur oldu. 1934 yılından 1945 yılına kadar yapılan Cumhuriyet Bayramı kutlamaları bazı değişiklikler dışında 1933 yılında yapılan Cumhuriyet Bayramı kutlamaları örnek alınarak düzenlendi.

 

Mustafa Kemal Atatürk'ün, Cumhuriyet'in onuncu yılı nedeniyle verdiği

Onuncu Yıl Nutku (29 Ekim 1933)




Onuncu Yıl Marşı (Kenan DOĞULU)



TÜRK SANAT MÜZİĞİ

 Dün Gönlümle Dertleştik - Emel Sayın






Ağla Gitar - Hüner COŞKUNER



Bahar Pembe Beyaz Olur - İnci ÇAYIRLI



Yıldızların Altında - Nesrin SİPAHİ


 

Hatırla Sevgili - Melihat GÜLSES



Çatılmış Kaşlarınla - Hüner COŞKUNER



Sensiz Olmuyor - Selami ŞAHİN



Son Mektup - Yıldırım GÜRSES





Ah Bu Şarkıların Gözü Kör Olsun - Emel SAYIN



Sevemedim Kara Gözlüm - Yüksel ÖZKASAP




Unutturamaz Seni Hiçbir Şey - Nesrin SİPAHİ     




Bahar Gelmiş Neyleyim - Melihat GÜLSES



Dost Bildiklerim - Zeki MÜREN



Sessiz Gemi - Hümeyra



Buruk Acı - Hüner COŞKUNER




Gurbet - Zeki MÜREN



Dertleri Zevk Edindim - Hüner COŞKUNER




Mevla'm Birçok Dert Vermiş - Elif Buse DOĞAN



Anar Ömrünce Gönül - Mine GEÇİLİ



Karadır Kaşların - Müzeyyen SENAR



Tez Geçse De - Behiye AKSOY




Hayat Budur Sevgilim - Tuğçe PALA



Gözleri Aşka Gülen - Ayşen BİRGÖR




Rüya Gibi Her Hatıra - Nalan ALTINÖRS         



Rüya Gibi Uçan Yıllar - Hüner COŞKUNER



Söyleyin Güneşe Bugün Doğmasın - Müzeyyen SENAR




Senede Bir Gün - Ayşe TUNALI



Ankara Rüzgârı - Kutlu PAYASLI                         



Artık Sevmeyeceğim - Hakan PEKER






Dertleri Zevk Edindim - Nesrin SİPAHİ




Yalnız Bırakıp Gitme Bu Akşam - Ayşe TUNALI




Söyleyin Güneşe Bugün Doğmasın - Müzeyyen SENAR




Özlem Rıhtımında -  Neşe KARABÖCEK






Güz Gülleri - Hakan TAŞIYAN




Ömrümüzün Son Demi - Şevval SAM




Aşkımız Ne Güzeldi - Cengizhan SÖNMEZ





Söyleyemem Derdimi - Şevval SAM



İçimdeki Özlemi - Samime SANAY




Kimseye Etmem Şikayet - Müzeyyen SENAR



Gecenin Matemini - Mine GECİLİ



Bu Ne Sevgi Ah - Abdullah YÜCE



Fikrimin İnce Gülü - Dilek TÜRKAN



Ben Küskünüm Feleğe - Müzeyyen SENAR




Gönlümün Şarkısını - Ayşen BİRGÖR



Yoksun Diye Bahçemde - Nalan ALTINÖRS



Bende Hicran Yarasından da Derin - Ayşen BİRGÖR



Güle Sorma O Bilmez - Mediha Şen SANCAKOĞLU



Ben Gamlı Hazan - Melahat PARS





Kederden Mi Neden Bilmem - Melihat GÜLSES




Ben Seni Unutmak İçin - Müzeyyen SENAR



Yorgunum Dostlarım - Adnan ŞENSES




Aldım Başımı Gidiyorum - Erol EVGİN, Candan ERÇETİN



Gurbet O Kadar Acı Ki - Neşe KARABÖCEK



Al Goncayı Deremedim - Elif GÜREŞÇİ



Hicran Olacaksa - Seçil HEPER



Baharın Gülleri Açtı - Güzide KASACI



Böyle Mi Esecekti - Şevval SAM



Gül Ağacı Değilem - Nesrin SİPAHİ





Beni De Alın Koynunuza - Zeki MÜREN



İçime Hep Hüzün Doluyor - Nalân ALTINÖRS




Her Mevsim - Ayşen BİRGÖR




Hüzün - Tuğçe PALA



Bu Akşam Bütün Meyhanelerini - Hüner COŞKUNER



Bülbülün Çilesi - Emel SAYIN



İkinci Bahar - Özdemir ERDOĞAN



Bir Bahar Akşamı - Zeki MÜREN




Dediler Zamanla Hep Azalırmış - Muazzez ABACI & Zeki MÜREN





Unutamam Seni - Emel SAYIN







Dönülmez Akşamın Ufkundayız - Hüner COŞKUNER






Apansız Uyanırsan - Nesrin SİPAHİ







Rüzgâr Kırdı Dalımı - Melihat GÜLSES






Yine Hazan Mevsimi Geldi - Neşe CAN




Gücüme Gidiyor - Ayşegül DURUKAN






Sevgi Dolu Şu Gönlüm - Ayşe TUNALI





Rüzgarlara Kapılmış Kuru Yaprak (Gurbet) - Yıldırım GÜRSES





Bir Gönül Hikâyesi - Samime SANAY





Bu Akşam Bütün Meyhanelerini - Hüner COŞKUNER






Gece Sahilden Açıp Sandalı - Tuğçe PALA







Ölürsem Yazıktır Sana Doymadan - Şevval SAM






Rüyalarda Buluşuruz - Ferdi ÖZBEĞEN





Sormamışsın Hiç Kimseden - Emel SAYIN





Bir Sabah Bakacaksın Ki - İnci Çayırlı







Yalan Yıllar - Serap MUTLU AKBULUT






Hayat Sen Ne Çabuk Harcadın Beni - Jale PARILTI






Endülüs'te Raks - Nesrin SİPAHİ



Eski Dostlar - Adnan ŞENSES




Haydi Abbas - Mustafa KESER




Veda Busesi - Nesrin SİPAHİ






Özledim - Selami ŞAHİN



Yıldızlı Semalardaki Haşmet - Sadi HOŞSES



Vurgun - Muazzez ABACI





Akşamın Olduğu Yerde - Hamiyet YÜCESES



Sorma - Zeki MÜREN





Günaydınım Nar Çiçeğim - Melihat GÜLSES




SAVARONA YATI

 




Savarona! Şımarıklık, diplomasi ve hüzünlü bir öykü...


Bugün yapılacak geçiş aslında Savarona’nın yeniden doğumunun ilanı olarak kabul edilmeli. Savarona, Türkiye Cumhuriyeti’nin önemli değerlerinden birisidir. Yeniden maviliklerde boy göstermesi, Türk bayrağını dalgalandırması hepimiz için kazanç ve gurur vesilesidir.

Savarona’nın hikâyesi, şımarıklıkla başlar, sonra bizim sularımızda hüzünle devam eder...

Savarona tek bir yatın adı değildir aslında bu adla üç ayrı yat imal edildi.

İlk Savarona 1926’da, ikincisi 1928’de üçüncü ve mülkiyeti Türk devletine ait olan Savarona’ysa 1930 yılında sipariş edildi.

Her üç yatın da sahibi de dedesi Brooklyn Köprüsü’nü inşa eden, babası çelik tel şirketi sahibi olan Emily Roebling Cadwalader’dır.

Bu hanımefendi için bir parantez açmazsam olmaz.

Artık nasıl bir zevki varsa, Cadwalader’ın sahibi olduğu ilk yat USS Sequoia, ABD Hükümeti’nce satın alındı ve 1977’de Başkan Carter satılmasını emredinceye kadar tüm ABD Başkanları tarafından kullanıldı.

Dünya üzerinde sattığı yatlar, iki ülke tarafından, devlet yatı haline getirilmiş başka birisi olduğunu sanmıyorum.

Savarona’da paranın insana verdiği gücün bir yansıması ve biraz şımarıkça bulduğum önemli bir eşya var, o da büyük salondaki şömine.

Birden çok yabancı kaynakta o şöminenin Savarona’ya gelişinin hikâyesini okudum.

İddia o ki, Bayan Cadwalader bu sanat eseri şömineyi Portekiz’e yaptığı bir gezide tarihî bir şatoda görmüş ve çok beğenmiş.

Şömineyi satın almak istemiş ama şatonun sahipleri bu teklifi kabul etmemişler. Bunun üzerine Bayan Cadwalader ani bir kararla önce şatoyu satın almış, ardından çok beğendiği şömineyi söktürerek Savarona’nın yapıldığı Almanya’daki dünyaca ünlü Blohm und Voss Tersanesi’ne taşıtıp, yata monte ettirmiş. Bu tersanenin adı size tanıdık geldi mi?

Osmanlı İmparatorluğu’nun 1. Dünya Savaşı’na girmesinin sebeplerinden sayılan, İngiliz donanmasından kaçarken İstanbul’a sığınan Goben ve Breslau zırhlıları vardı ya, sonradan Yavuz adını alan Goben de işte bu dünyaca ünlü tersanede yapılmıştı.

Savarona’nın Türkiye’ye geliş hikâyesi de aslında eşsizdir. Türkiye ile ABD arasındaki dostane ilişkilerin başlangıç noktası Savarona’nın satışıdır demek mümkündür. Hikâyeyi hızlıca anlatayım:

Savarona denize indirildikten sonra Bayan Cadwalader ve eşiyle beraber iki kere dünya denizlerinin neredeyse tamamını dolaştı ama asla ABD karasularına giremedi. Bunun sebebi ABD Hükümeti’nin bir başka ülkede imal edilen Savarona için çıkardığı ve neredeyse yatın yapım fiyatına yakın bir rakama ulaşan ağır gümrük vergisidir.

Savarona’nın maliyetine dair kesin bir bilgi yok. 4 milyon dolarla, 10 milyon 500 bin dolar arasında çeşitli rakamlardan söz ediliyor.

Bildiğimiz Ertuğrul yatının emekliye ayrılmasından sonra Türkiye’nin bir yat aradığı gerçeği. Sonuçta özel sektörden isimlerin de devreye girmesiyle Washington Büyükelçiliği ABD Hükümeti’yle görüşmelere başlar.

ABD, Savarona’nın satışı için kendi yönetmeliklerini esnetir zira Başkan Roosevelt’in Türkiye iyi ilişkiler kurmak istediği bilinmektedir.

Hitler Almanya’sı da kendi mühendislik yeteneklerinin zirvesi sayılan bu yatın başka ülkeye satılmasını istemez.

Almanya, Krupp firmasının aracılığıyla Hamburg Limanı’ndaki yata haciz koyar.

Sonrası tam bir diplomasi savaşına dönüşür. Başkan Roosevelt, Savarona Yatı’nın üzerindeki haczin en kısa zamanda kaldırılmasını aksi takdirde o sıralarda, New York Limanı’nda bulunan ünlü Alman transatlantiğinin haczedileceği mesajını Berlin’e iletir. Sonunda Almanya haczi kaldırarak, Savarona’nın Hamburg Limanı’ndan çıkmasına izin verir. 24 Mart 1938’de devletçe Cumhurbaşkanı yatı olarak alınan Savarona’ya İngiltere’nin Southampton Limanı’nda merasimle Türk bayrağı çekilir. Gemiyi teslim alan Kaptan Sait Özege daha önce Ege yolcu gemisinin süvariliğini yapmış tecrübeli bir deniz insanıdır. Savarona, teslim alındıktan sonra yaklaşık iki ay Almanya’da kaldı ve döşemelerinde bazı tadilat işlemleri yapıldı.

Savarona yatı, Atatürk’ün hastalığının ağırlaştığı dönemde, 1 Haziran 1938’de İstanbul’a geldi. Sabah Florya’ya demir atan ve temizliği yapılan Savarona daha sonra Dolmabahçe önlerine geldi.

Mustafa Kemal Atatürk, aynı gün saat 15.30’da Acar motoruyla ulaştığı Savarona’nın güvertesine çıktı.

Yanında Kılıç Ali, İş Bankası Genel Müdürü Muammer Eriş, Yaver Celal Bey, İstanbul Valisi Muhittin Üstündağ gibi isimler vardı. O güne tanıklık edenler Mustafa Kemal Atatürk’ün ilk sözünün “Ne olurdu, bu gemi birkaç yıl önce elimize geçmiş olsaydı!” dediğini aktarmışlar anılarında.

Mustafa Kemal Atatürk, Savarona yatından o günden sonra inmedi. Tam 56 gün boyunca o yatta kaldı.

İki kere Bakanlar Kurulu’nu topladı, İstanbul’un imarıyla ilgili bir toplantıya başkanlık etti. Hatay sorunu ve Dersim’deki kalkışma girişiminin Hatay meselesi üzerindeki olası etkilerine dair görüşmeler yaptı. Karadeniz’den girip Boğaz’ı geçen Romanya Kralı II. Carol’u Savarona’da ağırladı. Marmara içerisinde bir keresinde Erdek açıklarına kadar uzanan kısa geziler yaptı. Hastalığı ilerliyordu, yaz sıcağında biraz rahat etmesi için kamarasının çevresine büyük buz kalıpları konuyordu. Yatın içine rüzgar girmesi için Savarona, hemen Boğaz’ın girişine Büyükdere’ye demir attı, bir süre orada kaldı.

Hastalığı ağırlaşan Mustafa Kemal Atatürk, 25 Temmuz 1938’de saat 01.00’de Acar motoroyla Dolmabahçe Sarayı’ndaki hasta odasına taşındı. Mutluluğu ve Savarona’daki konukluğu toplam 56 gün sürmüştü.

Savarona’nın satın alınmasında Mustafa Kemal Atatürk’ün ilerleyen hastalığına deniz havasının iyi geleceği düşüncesi baskın bir düşüncedir ama tek geçerli sebep değildir. Denizi çok seven Atatürk, o güne kadar Ertuğrul yatını kullanıyordu. Bu kullanımın sonunu getiren olay 4 Eylül 1936’da yaşandı. O gün, İstanbul’a gelen İngiliz Kralı 8’inci Edward’ın şerefine Moda koyunda yelken yarışı düzenlendi. Atatürk yarışı Kral Edward’la birlikte Ertuğrul yatında izledi. Fakat Ertuğrul manevra yaptıkça bacasından yağlı kurum yağdırdı. Edward, beyaz elbisesine konan kurumu üfledikçe elbisesi daha da berbat oldu. Atatürk’ün canı sıkıldı; durumu kurtarmak için, “Majeste bu yat epey zamandır çalışmadığı için, kazanları ısınıncaya kadar bu kurumlar bizi rahatsız edecektir” dedi ve Kral’ın koluna girerek bitişikteki İngilizlerin görkemli kraliyet yatına geçtiler. Yaşlı Ertuğrul’un yerine yeni bir yat alınması fikri de o gün ortaya çıktı.

Mustafa Kemal Atatürk’ün yanında garson olarak çalışan Cemal Granda’nın “Atatürk’ün Uşağıydım” kitabında Savarona günlerine dair de anılar yer alır. O döneme dair okuyup, yazanlar, kitabı güvenilir bulmazlar pek ama aklımda kalan bir bölüm vardı. Granda’nın iddiası o ki İsmet Paşa, Savarona yatına geldiğinde verdiği ilk talimatlardan birisi İtalyan yat tekstili ürünü olan çarşafların kaldırılıp yerine Sümerbank üretimi çarşafların serilmesi olmuş. Gerçek mi bilmem ama bildiğim Savarona’nın hikâyesinde şanlı ve kötü günler olduğu. Savarona, II. Dünya Savaşı’nda Kanlıca Koyu’nda koruma altına alınmış. 2 Temmuz 1951’de okul gemisi olarak kullanılmak üzere Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’na devredilmiş. Aynı zamanda devlet büyüklerini ve yabancı devlet adamlarını kabul edecek şekilde hazır tutulmuş. Bayar’ın bir Atina ziyaretine Savarona’yla gittiği bilinir. Yıllarca Atatürk’ün kaldığı daire ise aynen korunmuş ama 1979’da Savarona büyük bir yangın geçirince bir sürü anı kaybolmuş. Savarona, 27 Temmuz 1986’da ise hurdaya çıkarıldı sonra özel sektöre kiralandı, büyük bir onarım gördü ama hikâye unutmak istediğiniz şekilde son derece tatsız bitti.

“Sava”, kimi kaynaklarda Atlantik’te yaşadığına inanılan efsanevî bir kuşa verilen addır. Kimi kaynaklarda bu kuşun Hindistan taraflarında yaşayan bir tür siyah kuğu olduğu söylenir. “Rona” ise Bayan Cadwalader’in evlenmeden önceki kızlık soyadıdır. Mustafa Kemal Atatürk’ü 1938’de kaybettik, Bayan Cadwalader 1941’de öldü ama Savarona halen yaşıyor. Bugün yapılacak geçiş aslında Savarona’nın yeniden doğumunun ilanı olarak kabul edilmeli. Denizaltı dalışı yapmış nadir sivillerden birisi olarak süreci biraz biliyorum. Savarona’nın yeniden donanmaya kazandırılması ve aslına uygun olarak onarımı konusunda iki isme hakkını teslim etmek lazım. Birinci isim Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın eşi Emine Erdoğan diğer isim de Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Ercüment Tatlıoğlu. Savarona’nın içinde göreceğiniz eşyaların orijinal ve gerçekten Mustafa Kemal Atatürk tarafından kullanılmış eşyalar olması için Milli Saraylar da uzun bir uğraş verdi. Savarona, Türkiye Cumhuriyeti’nin önemli değerlerinden birisidir. Yeniden maviliklerde boy göstermesi, Türk bayrağını dalgalandırması hepimiz için kazanç ve gurur vesilesidir.

Unutmayalım ki, 1930’larda var olan rejimlerin çoğu tarihe karıştı, o dönemin yüzleri, Stalin, Hitler, Mussolini tarihin adını kötülükler sayfasında andığı isimler, dönemin İngiltere Başbakanı Chamberlain bugün Hitler’in parmağında oynattığı isim olarak biliniyor. Fransa 1930’larda 3. Cumhuriyet devrini yaşıyordu, bugün 5. Cumhuriyet devrinin sonlarını yaşıyor. O dönemden bugüne kurucusu tüm dünyada saygıyla yad edilen tek ülke Türkiye Cumhuriyeti.

Ne mutlu Türk’üm diyene...

(Alıntıdır. Milliyet/Özay Şendir/24.08.2025)




DÜNYA AHTAPOT GÜNÜ

 

Dünya Ahtapot Günü

Dünya Ahtapot Günü her yıl 8 Ekim’de kutlanır ve gezegendeki en gizemli ve zeki deniz canlılarından biri olan ahtapota adanmıştır. Bu gün, ahtapotların deniz ekosistemlerindeki önemine dikkat çekmek ve onları çevresel tehditlerden korumanın gerekliliğini vurgulamak amacıyla kutlanır.


Dünya Ahtapot Günü ilk olarak 2000’li yılların başında deniz biyolojisi meraklıları ve okyanus koruyucuları tarafından kutlanmıştır. 8 Ekim tarihi özellikle seçilmiştir: 8 rakamı ahtapotun sekiz kolunu simgeler. Bu etkinlik aynı zamanda 8-12 Ekim tarihleri arasında düzenlenen “Ahtapot Haftası” etkinliklerinin bir parçasıdır ve farklı kafadanbacaklı türlerine odaklanır.


Bu gün, ahtapotların ne kadar şaşırtıcı varlıklar olduğunu hatırlatır: yüksek zekâya sahiptirler, sorun çözebilir, nesneleri araç olarak kullanabilir ve kamuflaj için renk değiştirebilirler. Ayrıca ahtapotlar, okyanuslarda ekolojik dengeyi korumada önemli bir rol oynar.



* Akvaryumlarda ve deniz merkezlerinde ahtapotların yaşamına dair özel sergiler ve sunumlar düzenlenir.
* Çocuklar ve öğrenciler için okyanus ekolojisi konulu eğitim programları düzenlenir.
* Sosyal medyada ahtapotların davranışları ve özelliklerini anlatan fotoğraflar, bilimsel bilgiler ve videolar paylaşılır.
* Çevre örgütleri, deniz ekosistemlerini koruma ve okyanus kirliliğini azaltma kampanyaları düzenler.



* Ahtapotların üç kalbi ve mavi kanı vardır; bu, oksijen taşımasına yardımcı olan özel bir protein sayesindedir.
* Kaybettikleri kollarını yeniden çıkarabilir ve hatta diğer deniz canlılarını taklit edebilirler.
* Ahtapotların ortalama ömrü kısa — 1 ila 3 yıl — ama bu süre zarfında öğrenme ve uyum sağlama yetenekleri dikkat çekicidir.


Dünya Ahtapot Günü, dünya çapında okyanus severleri, bilim insanlarını ve doğa koruyucularını bir araya getirir. Bu gün, ahtapotların sadece şaşırtıcı yaratıklar olmadığını, aynı zamanda insanın okyanuslara karşı sorumlu davranışıyla korunması gereken deniz ekosisteminin önemli bir parçası olduğunu hatırlatır.

06 EKİM İSTANBUL'UN KURTULUŞU

 


İtilaf Devletleri donanmaları 30 Ekim 1918'de imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşması'na dayanarak 13 Kasım 1918'de Haydarpaşa önlerine demirleyip İstanbul'a girdi. Fiilen gerçekleşmiş olan işgal, 16 Mart 1920 tarihinde resmi işgale dönüştü.

 

Türk Ordusu'nun İzmir'e girmesinden sonra Fahrettin Paşa komutasındaki 5. Süvari Kolordusu İtilaf Devletleri kontrolündeki tarafsız bölgeye doğru ilerlemeye başladı. Bunun üzerine Müttefik kuvvetlerde bulunan Fransız ve İtalyan birlikleri derhal geri çekildi. Çanakkale'de bulunan İngiliz birlikleri General Harrington'ın emriyle savunma pozisyonu aldı.

 

İngiltere, Ankara Hükûmeti ile anlaşma yolları aramaya başladı. Ankara Hükûmeti İstanbul ve Çanakkale boğazlarının denetimini istedi. İngiltere başbakanı Lloyd George bu istekleri reddetti. Birliklere savaş pozisyonu alması emrini verdi. Fakat Harrington ateş açılmaması emrini verdi. Türk birlikleri, İngiliz direnişi ile karşılaşmadan tarafsız bölgeye girerek Çanakkale Boğazı'na doğru ilerlemeye başladı. Türklerle savaşılmasını istemeyen Winston Churchill'in başını çektiği bir grup bakan istifa etti.

 

Diğer taraftan İzmir'in Kurtuluşu'ndan sonra Damat Ferit Paşa 21 Eylül 1922'de ülkeden kaçtı. Mudanya Mütarekesi gereği Trakya topraklarının teslimi yapılırken Türkiye'yi temsil edecek kişi olarak Mustafa Kemal Paşa'nın isteği ile Refet Paşa; İstanbul komutanı olarak da Millî Müdafaa Umumi Katibi Selahattin Adil Paşa görevlendirildi. Refet Paşa, 19 Ekim tarihinde TBMM Muhafız Grubu'ndan 100 kişilik bir kuvvetle Gülnihal vapuru ile Mudanya'dan ayrılıp İstanbul'a geldi. Ardından "İstanbul Komutanı" sıfatıyla Selahattin Adil Paşa, 81. Alay ile İstanbul'a geldi. Refet Paşa ve Selahattin Adil Paşa'nın İstanbul'a gelmesine rağmen işgal sonlanmadı. Çünkü mütarekeye göre işgal kuvvetleri barış antlaşması imzalanmasından hemen sonra İstanbul'u boşaltacaktı.

 

24 Temmuz 1923 tarihinde Lozan Barış Antlaşması'ndan sonra, 23 Ağustos 1923'ten itibaren İtilaf kuvvetleri İstanbul'dan ayrılmaya başladı. Son İtilaf birliği ise 4 Ekim 1923 günü Dolmabahçe Sarayı önünde düzenlenen bir törenle Türk bayrağını selamlayarak şehri terk etti.

 

6 Ekim 1923'te ise Şükrü Naili Paşa komutasındaki 3. Kolordu İstanbul'a girdi ve işgal resmen sonlandı. İşgal 4 yıl 10 ay 23 gün sürdü. Her yılın 6 Ekim'i böylece İstanbul'un kurtuluş günü olarak belirlendi ve kutlanmaya başlandı.

DÜNYA SEREBRAL PALSİ GÜNÜ

 

Dünya Serebral Palsi Günü
Dünya Çocuk Serebral Palsi Günü, her yıl 6 Ekim’de kutlanan uluslararası bir gündür. Bu günün amacı, çocuklarda serebral palsi (SP) hakkında farkındalığı artırmak, bu durumla yaşayan insanlara destek olmak ve eşit fırsatlar ile kapsayıcılık hakkını teşvik etmektir.


Dünya Çocuk Serebral Palsi Günü ilk kez 2012 yılında, engelli bireylerle çalışan kuruluşların, özellikle Cerebral Palsy Alliance ve United Cerebral Palsy’nin girişimiyle düzenlenmiştir. Amacı, SP’li bireyleri, ailelerini, araştırmacıları, doktorları ve insan hakları savunucularını bir araya getiren küresel bir hareket oluşturmaktı.



* SP hakkında toplumsal farkındalığı artırmak ve bu durumla ilgili yanlış inanışları ortadan kaldırmak.
* Serebral palsili bireylerin bağımsızlık ve eşit fırsatlar arayışına destek olmak.
* Bilimsel araştırmaları ve yenilikçi tedavi yöntemlerini teşvik etmek.
* Hükûmetlerin ve toplumun dikkatini erişilebilir ortam ve tıbbi desteğin önemine çekmek.



* Bilgilendirme kampanyaları, konferanslar ve yardım etkinlikleri düzenlenir.
* SP ile yaşayan kişilerin hikâyeleri medya ve sosyal ağlarda paylaşılır.
* Umut ve desteğin sembolü olarak binalar yeşil renkle aydınlatılır.
* Engelli bireylerin toplumsal yaşama katılımını teşvik eden kapsayıcı etkinlikler düzenlenir.



* SP, dünyadaki en yaygın çocukluk çağı nörolojik bozukluklarından biridir.
* Bayramın sembolü, büyümeyi, yenilenmeyi ve umudu simgeleyen yeşil renktir.
* Her yıl 100’den fazla ülke, kendi etkinlikleriyle bu harekete katılmaktadır.

DÜNYA HAYVANLARI KORUMA GÜNÜ

 

Dünya Hayvan Günü

 

Dünya Hayvanları Koruma Günü her yıl 4 Ekim’de kutlanır. Bu gün hayvan haklarının korunmasına, kötü muamele sorunları hakkında farkındalık yaratılmasına ve vahşi yaşam ile evcil hayvanların korunması gerekliliğine adanmıştır. Bayram, dünyadaki insanları hayvanlara bakmak ve onlara insancıl muameleyi teşvik etmek için birleştirmeyi amaçlar.


Dünya Hayvanları Koruma Günü fikri, 1931 yılında İtalya’nın Floransa şehrinde düzenlenen uluslararası bir hayvan hakları konferansında önerildi. 4 Ekim tarihi kasıtlı olarak seçildi. Bu gün Katolik Kilisesi, hayvanların ve doğanın koruyucusu olan Aziz Francis of Assisi’nin Bayramını kutlar. O zamandan beri bu bayram uluslararası hale gelmiş ve her yıl hayvan koruma konularına dikkat çekmektedir.


* Hayvan koruma, evcil hayvan hakları ve vahşi yaşam hakkında eğitim kampanyaları ve konferanslar düzenlenir.
* Hayvan koruma kuruluşları sergiler, bağış toplama etkinlikleri ve barınak etkinlikleri düzenler.
* Okullarda ve çocuk merkezlerinde tematik dersler ve etkinlikler yapılır, hayvanlara saygı teşvik edilir.
* Gönüllüler ve aktivistler flashmoblar, gösteriler ve hayvan koruma kampanyaları düzenler.


Dünya Hayvanları Koruma Günü, hayvan hakları ve ihtiyaçları konusunda halkın bilinçlenmesine, barınak ve doğa rezervlerinin desteklenmesine yardımcı olur ve insanların çevreye karşı sorumluluk anlayışını güçlendirir. Bu bayram, küçük dostlarımıza özen göstermenin ve doğayla uyum içinde yaşamanın önemini hatırlatır.

MEVLANA


MEVLEVİLİĞİ İSLAM ZANNEDENLERE!


"Ben ne Hristiyan, ne Yahudi, ne Zerdüşt,
ne de Müslüman'ım," diye başlayan dizelerinde Mevlana kendi yolunu açıklamıştır.…

Mevlana'nın kitabı Kur'an değil Mesnevi'dir.

Mabedi cami değil dergahtır.

İbadeti namaz değil semahtır.

Kanunu Şeriat değil Mevleviliktir.

Mevlana'nın talebeleri mürit değil sufîdir.

Mevlana ibadet ettirmez, meditasyon yaptırırdı.

Sufiler kendi etrafında dönerek huzura ererdi.


(Alıntıdır.)



MUAZZEZ ABACI-HASAN HEYBETLİ




Muazzez Abacı ve Hasan Heybetli'nin ilişkisi, tutkulu ve fırtınalı bir aşk hikâyesi olarak bilinir. Hasan Heybetli, yeraltı dünyasının tanınan isimlerinden biri olup, "Son Kabadayı" olarak anılmıştır. Muazzez Abacı, Türk sanat müziğinin güçlü seslerinden biri olarak sahne hayatına devam ederken, Heybetli'nin ona olan ilgisi büyük jestlerle kendini göstermiştir.


Heybetli, Abacı'nın çalıştığı gazinoya her gün 24 kırmızı gül göndererek aşkını ilan etmiş, hatta bir gece tüm sokağı kırmızı güllerle kaplayarak Abacı'yı etkilemeyi başarmıştır. Ancak bu aşk, sadece romantik jestlerle değil, aynı zamanda kıskançlık ve baskılarla da şekillenmiştir. Heybetli, Abacı'nın sahneye çıkmasını istememiş, ona kazandığı paranın fazlasını vereceğini söylemiş, ancak Abacı müziğe olan tutkusundan vazgeçmemiştir.

İkili, 1980 yılında evlenmiş, ancak bu evlilik 3 yıl sürmüştür. Ayrılığa rağmen birbirlerinden kopamayan çift, 1989 yılında yeniden nikâh masasına oturmuş, fakat bu evlilik de uzun sürmemiş ve 1993 yılında boşanmışlardır. Heybetli'nin cezaevinde olduğu dönemlerde Abacı, cezaevinin karşısında bir ev tutarak onunla iletişim kurmaya devam etmiştir.

Heybetli, yeraltı dünyasındaki faaliyetleri nedeniyle defalarca cezaevine girip çıkmış, son olarak prostat kanseri nedeniyle tutuklu bulunduğu cezaevinde 75 yaşında hayatını kaybetmiştir. Abacı ise müzik kariyerine devam etmiş, sahneye olan bağlılığını hiçbir zaman kaybetmemiştir.

Bu aşk hikâyesi, büyük tutkuların ve zorlukların iç içe geçtiği, magazin dünyasında uzun yıllar konuşulan bir ilişki olarak hafızalarda yer etmiştir.


Muazzez Abacı, Türk sanat müziğinin en güçlü ve etkileyici seslerinden biri olarak kabul edilir. 1947 yılında Ankara'da doğan Abacı, müzik kariyerine 1966 yılında Ankara Radyosu'nda başladı. Klasik Türk müziğine getirdiği modern yorumlarla geniş bir dinleyici kitlesine ulaştı.


Kariyerinin Öne Çıkan Dönemleri:

1973 yılında ilk plağı Bir Sen Kaldın İçimde ile müzik dünyasına adım attı.

1980'ler ve 90'lar, onun en parlak dönemleri oldu. Şakayık, Vurgun ve Felek gibi şarkıları büyük ilgi gördü.

1990 yılında Cemal Safi'nin sözlerini yazdığı, Selçuk Tekay’ın bestelediği Vurgun şarkısı ile kariyerinin zirvesine çıktı.




1998 yılında Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından Devlet Sanatçısı unvanına layık görüldü.