Man Ray ve Lee Miller’ın aşkı, tutku, sanat ve bağımsızlık ekseninde şekillenen, sürrealist sanat dünyasının en çarpıcı ilişkilerinden biridir. 1929’da Paris’te tanıştıklarında, Miller genç ve yetenekli bir fotoğrafçıydı; Ray ise sürrealizmin önde gelen isimlerinden biri olarak tanınıyordu. Miller, Ray’in öğrencisi olmak istediğini söylediğinde, Ray başlangıçta reddetti ancak Miller kararlıydı ve onunla Biarritz’e gitmeye karar verdi. Bu cesur hamle, ilişkilerinin başlangıcı oldu.
Miller, kısa sürede Ray’in yaratıcı ortağı haline geldi. Birlikte, fotoğrafçılıkta solarizasyon tekniğini keşfettiler, bu yöntem, fotoğraflara hayaletimsi bir parlaklık kazandırıyordu. Ancak Miller, sadece bir ilham kaynağı değil, aynı zamanda kendi başına güçlü bir sanatçıydı. Ray’in gölgesinde kalmak istemediği için zamanla bağımsızlığını ilan etti ve kendi fotoğrafçılık kariyerini geliştirdi.
İlişkileri, büyük bir tutkuyla başladı ancak zamanla çatışmalar ve bağımsızlık arayışı nedeniyle zorlaştı. Miller, Ray’in evlenme tekliflerini reddetti ve sonunda Paris’ten ayrılarak kendi yolunu çizdi. Ancak ayrılıklarına rağmen, Ray’in sanatında Miller’in izleri kaldı. Örneğin The Lovers (1933) adlı eserinde, Miller’in dudaklarını tasvir ederek ona duyduğu özlemi sanatına yansıttı.
Miller ve Ray’in ilişkisi, Hopper-Nivison veya Rodin-Claudel gibi çiftlerde olduğu gibi, sanat ve kişisel özgürlük arasındaki dengeyi gösteriyor.