Bu ülkeden bir Türkan Saylan geçti.
17 yıl boyunca yaşadığı mahallede, ev sınırlarının dahi
dışına çıkmasına izin verilmemiş. İlk özgür hissedişi, Tıp Fakültesine gitmek
için Beyazıt tramvayına binişi... Hemen bir tıp rozeti alıp iliştiriyor
yakasına, ömür boyu da en değerli takım o oldu diyor. Çünkü ilk ortaokul
yıllarında başlamış doktorluğu hayal etmeye, üstelik gayet net bu konuda; köy
doktoru olmak istiyor.
Daha okurken evleniyor. İlk oğlunu dünyaya getirince ilk
büyük hastalık, tüberküloz. İkinci oğlunda ikinci defa ve bu sefer kemiklerine
yayılmış. Tam 8 ay yüzüstü yatması gerekiyor. Üstüne 2 yıl boyunca da demir
korse giymesi...O demir korse üstündeyken aslanlar gibi sınavları verip mezun
oluyor.
1958 yılında, ilk oğluna hamileyken hayatının dönüm
noktasını yaşıyor. Cüzzamlılar Pavyonunu görünce! Gencecik, hamile bir kadın, o
görüntüye arkasını döneceğine isyan ediyor, o insanlara böyle davranmaya ne
hakkımız var diye... O an hayalini kuruyor Lepra Hastanesinin. Ne parası ne
gücü var, ama işte "inanç" denen o kuvvet içinde!
Bu ülkede cüzzamlılara ilk "eliyle" dokunan doktor
o. Önce Cüzzamla Savaş Derneğini kuruyor. 1977’de ise hayalini
gerçekleştiriyor, Lepra Hastanesi! Öncelikle orada çalışacak doktor ve hemşire
bile bulamıyor, korkuyor herkes çünkü.
Devletten yardım filan hak getire... "Parasızlık, imkânsızlık değil,
bahanedir" diyor. Kendisi diğer hastane personeliyle bir olup dikiş
makinesinin başına oturup nevresimler dikip kermeslerde satıyor, kullanılmayan
sigara filtrelerinden yastıklar yapıyor satıyor gelir olsun diye...
Umutsuzluk kitabında yok. "Ömür boyu hep sıfırdan
başlamaya hazır hissettim kendimi" diyor, "Başıma en kötü ne
gelebilir; tıp diplomamı elimden alırlar. Ee ne var, gider yeniden mezun
olurum"
Kız çocuklarını okutmak için gayretlerini hepimiz biliyoruz.
Ama ya insan yanı?
Renklerden kırmızıyı, çiçeklerden papatyayı sevdiğini, kabak
çekirdeğine bayıldığını, çocukluğuna dair en özlediği şeyin dalından kopmuş
şeftali olduğunu...
Alıntı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder