İNÖNÜ RESİMLİ BANKNOT


Üstünde İnönü resmi basılı paralar.

Özetleyecek olursak...

"İnönü'nün, Mustafa Kemal'e saygısı olsa para üstüne kendi resmini bastırır mıydı..." şeklinde bir soru...

Bilgide talihsizlik bir yana... Soru gerçekten güzel.

Bu konuda bilgisi olmayan dostlarım okusun!

 

İşte bu işin gerçeği.

O yıllarda ülkemizde para ve pul basacak matbaamız yoktu. Para ve pullarımızı İngiltere Londra'da büyük tesisleri bulunan Thomas De La Rue basıyordu. 1940 yılında İsmet İnönü hükümeti tarafından aynı yere 100 ve 50 kuruşluk olarak 20 milyon liralık banknot bastırıldı.

Basılan banknotlar Londra'dan New York Shine adlı gemiyle Türkiye'ye gönderildi. Gemi 2 hafta süren yolculuktan sonra yakıt almak için Yunanistan'ın Pire limanına uğradı.

Tarih 16 Nisan 1941'di. Alman uçakları Pire limanına saldırarak Türkiye' ye para getiren New York Shine gemisini batırdı.

Gemideki Türk paraları denize saçıldı ve Yunanlılar tarafından toplandı.

O dönem 20 milyon lira çok büyük paraydı, bu parayla Türkiye ekonomisi idare ediliyordu. Bu olay üzerine İnönü paraların Yunanlılar tarafından kullanılmasını önlemek amacıyla Atatürk resimli tüm banknot paraları tedavülden kaldırmak zorunda kaldı.

Ve yeniden para bastırılması gerekmekteydi... Bu kez paranın üzerine de (anlaşılacağı üzere farklılık olması için) İnönü resmi koyulmuştu.

Halk içinde infial olmaması için bu olay saklanmıştır. 

Yıllar sonra bu paralar da tedavülden kaldırılarak yeniden Atatürk resimli paralar bastırıldı.

YAYINLANMIŞ KİTAPLARIM



Roman - İran Hududunda Bir Tilki 

OKUYUCU YORUMLARI

***

Anı & Öykü - B A R I Ş

ARZU-KAMBER





Arzu ile Kamber, Türk halk edebiyatının en önemli aşk hikâyelerinden biridir. 16. yüzyılda ortaya çıktığı düşünülen bu hikâye, birbirlerini kardeş sanarak büyüyen iki kişinin aslında kardeş olmadıklarını öğrenmeleri ve aşklarını yaşamaya çalışmaları üzerine kuruludur.

Kamber’in ailesi, bir yolculuk sırasında eşkıyaların saldırısına uğrar ve Kamber dışında herkes öldürülür. Kamber’i bir köylü bulur ve evlat edinir. Bu köylünün Arzu adında bir kızı vardır ve Kamber ile Arzu birlikte büyürler. Ancak bir gün, Kamber’i seven bir kız, Arzu’ya Kamber’in kardeşi olmadığını söyler. Arzu bu bilgiyi Kamber ile paylaşır ve ikili birbirlerine olan aşklarını fark ederler.

Ancak Arzu’nun amcası, Arzu’yu babasından ister ve nişanlanmalarına karar verilir. Kamber, Arzu’nun ona yüz vermemesi üzerine köyden ayrılır. Arzu, Kamber’i bulmak için çöle gider ama Kamber ona yüz vermez. Arzu hastalanır ve bir sırdaşı aracılığıyla Kamber’e ulaşır. Kamber eve döner, ancak Arzu’nun amcası onu almak için köye gelir. Arzu, amcasına durumunu anlatır ve sonunda Arzu ile Kamber evlenir.

Bu hikâye, aşk, kader ve ayrılık temalarını işler. Arzu ile Kamber’in birbirlerine olan sevgisi, toplumun kuralları ve aile baskısı nedeniyle birçok engelle karşılaşır. Ancak aşkları, tüm zorluklara rağmen galip gelir.

Buradaki amca-yeğen arasında direkten dönen ilişki belki de bilinen ilk 'ensest' ilişkiye temel oluşturacaktı. Neyse ki Arzu'nun Kamber'e olan aşkı bunun önüne geçmiştir. Ayrıca bu aşk, babayı pezevenklikten, amcayı da subyencilikten kurtarmıştır.

'Kambersiz düğün olmaz!' sözünü de bu vesileyle değiştirmek gerekir: 'Kamber ve Arzu'suz düğün olmaz!'

AFRODİT-ARES

 


 



Afrodit ve Ares'in aşkı, Yunan mitolojisinin en bilinen ve tutkulu ilişkilerinden biridir. Afrodit, aşk ve güzellik tanrıçası olarak bilinirken, Ares savaş tanrısıdır. Afrodit, aslında Hephaistos ile evliydi, ancak savaşın ve gücün cazibesine kapılarak Ares ile gizli bir ilişki yaşamaya başladı.

Bu yasak aşkın en ünlü hikâyesi, Hephaistos'un ihaneti öğrenip bir tuzak kurmasıyla ilgilidir. Bir gün, Hephaistos ince bir ağ dokuyarak yatağa yerleştirdi ve Afrodit ile Ares'in birlikte olduğu bir anı yakaladı. Daha sonra Olimpos'taki tüm tanrıları çağırarak onları bu utanç verici durumda teşhir etti. Ancak tanrılar Ares ve Afrodit ile alay ettikten sonra, Poseidon'un araya girmesiyle Hephaistos onları serbest bırakmak zorunda kaldı.

Afrodit ve Ares'in aşkından Phobos (Korku) ve Deimos (Dehşet) gibi çocukları doğdu; bu isimler özellikle savaş alanında Ares'e eşlik eden figürler olarak bilinir. Ayrıca Eros (Aşk) ve Harmonia (Uyum) da bu ilişkiden doğan önemli tanrıçalardandır.

Bu aşk hikâyesi, hem tutkuyu hem de kaosu sembolize eder ve Yunan mitolojisinde sıkça işlenen bir konudur.

Merhum bestekâr Zeynettin MARAŞ'ın değerli eseri 'Gizli Aşk Bu Söyleyemem' şarkısını, Afrodit ve Ares'in gizli aşkından esinlenerek yaptığı söylenir. (Atıyorum tabi) :)

Arabuluculuk müessesesinin de ilk uygulayıcısı olarak 'Poseidon' akla gelmektedir.

Herhalde Afrodit'in çocukları Phobos ve Demios, diğer iki kardeşleri Eros ve Harmonia ile hiç anlaşamamışlardır diye düşünüyorum. İsimlerinin anlamından da belli olduğu üzere. :)


Afrodit : Yunan mitolojisinde aşk ve güzellik tanrıçası olarak bilinir. Roma mitolojisindeki karşılığı Venüs'tür. Afrodit'in doğumu üzerine iki farklı efsane vardır: Hesiodos'a göre, Kronos'un babası Uranos'u hadım etmesi sonucu denize düşen organından oluşan deniz köpüğünden doğmuştur. Homeros'a göre ise Zeus ile Okeanos'un kızı Dione'den dünyaya gelmiştir.

Afrodit, Olimpos'ta yaşar ve sembolleri arasında güvercin, kuğu, yunus, deniz kabuğu, mersin bitkisi ve gül bulunur. Genellikle genç ve güzel bir kadın olarak tasvir edilir. 

Tanrıçaya, Kıbrıs'ta özellikle Baf bölgesinde büyük bir kült merkezi olarak tapınılmıştır. Ayrıca denizcilerin, tüccarların ve elit hayat kadınlarının koruyucusu olarak da görülmüştür. Afrodit'in aşkı ve güzelliği, hem tanrılar hem de insanlar üzerinde büyük bir etkiye sahip olmuş ve birçok mitolojik hikâyeye konu olmuştur.

Mitolojide Afrodit'in Truva Savaşı'nda önemli bir rol oynadığı da bilinir. Paris'in en güzel tanrıça olarak Afrodit'i seçmesi, savaşın başlamasına neden olan olaylardan biridir.

Afrodit'in hikâyeleri, tutku, güzellik ve kaos temalarını içeren mitolojik anlatılar arasında en dikkat çekici olanlardan biridir. Onun büyüsü, tanrılar ve ölümlüler üzerinde etkili olmuş ve mitolojinin en güçlü figürlerinden biri haline gelmiştir.


Ares    Yunan mitolojisinde savaş tanrısı olarak bilinir ve Zeus ile Hera'nın oğludur. Olimpos'un on iki büyük tanrısından biri olmasına rağmen, diğer tanrılar tarafından pek sevilmezdi. Roma mitolojisindeki karşılığı Mars olarak bilinir.

Ares, savaşın vahşi ve yıkıcı yönünü temsil ederken, Athena ise strateji ve zekâyı simgelerdi. Bu nedenle Athena ile sık sık karşı karşıya gelmiştir. Miğfer, kalkan, mızrak, köpek ve akbaba gibi sembollerle ilişkilendirilir. Genellikle silahlı ve genç bir savaşçı olarak tasvir edilir.

Mitolojide Ares, Herkül ile yaptığı savaşta yenilmesi ve tunçtan bir küpe 13 ay boyunca hapsedilmesi gibi olaylarla sık sık aşağılanmıştır. Truva Savaşı'nda Afrodit'in tarafını tutmuş, ancak Athena'nın yönlendirdiği bir Yunan savaşçısı tarafından yaralanmıştır.

Ares, savaşın kaotik ve acımasız yönünü temsil eden bir tanrı olarak, Yunan mitolojisinde önemli bir figürdür. Ancak, Roma mitolojisinde Mars olarak daha saygın bir konuma sahiptir.



ANARKALİ-SALİM





Anarkali ve Salim'in hikâyesi, Hint tarihinin en ünlü aşk efsanelerinden biri olarak kabul edilir. Salim, Babür İmparatoru Ekber'in oğlu olup, daha sonra Cihangir adıyla tahta çıkmıştır. Anarkali ise, bazı kaynaklara göre Şeref-un-Nisa adlı bir cariye veya Ekber'in eşi olarak tanımlanır.

Efsaneye göre, Prens Salim ve Anarkali birbirine âşık olmuş, ancak Ekber bu ilişkiye karşı çıkmıştır. Rivayetlerden birine göre, Ekber, Anarkali'nin Salim'e gülümsediğini aynadan görmüş ve öfkelenerek onu canlı canlı duvar içine gömmüştür. Başka bir versiyonda ise, Anarkali'nin Ekber'in baş eşi için çalışan bir hizmetçi olduğu ve Salim'in onunla evlenmek istemesi üzerine Ekber'in bu ilişkiye karşı çıktığı anlatılır.

Bazı tarihçiler, Anarkali'nin gerçekten yaşayıp yaşamadığını sorgulamaktadır. İngiliz gezgin William Finch, 1608'de Babür İmparatorluğu'nu ziyaret ettiğinde, Anarkali'nin ölümüne dair bir kayıt tutmuştur. Ancak, Cihangir'in anılarında Anarkali'den hiç bahsedilmemesi, onun efsane mi yoksa gerçek bir tarihi figür mü olduğu konusunda tartışmalara yol açmıştır.

Anarkali'nin mezarı olduğu düşünülen yapı, Pakistan'ın Lahor kentinde bulunmaktadır. Lahor'daki bu anıt mezar, Cihangir tarafından yaptırıldığı iddia edilen bir yapı olarak bilinir. Ancak, bazı tarihçiler bu mezarın aslında Cihangir'in eşi Sahib-i-Cemal'e ait olduğunu öne sürmektedir.

Bu trajik aşk hikâyesi, Mughal-e-Azam gibi Bollywood filmlerinde, tiyatro oyunlarında ve romanlarda sıkça işlenmiştir. Anarkali'nin hikâyesi, yasak aşk, ihanet ve trajedi temalarıyla Hint kültüründe önemli bir yer tutmaktadır.

Bu Hint efsanesinden etkilenip; 'Günaydınım Nar Çiçeğim Sevgilim' isimli güfteyi Feyzi HALICI kaleme almış daha sonra da merhum bestekârımız Cinuçen TANRIKORUR, Kürdili Hicazkâr makamında besteleyerek, Türk Sanat Müziğimize kazandırmıştır.


Anarkali : 16. yüzyıl Babür İmparatorluğu'nda yaşadığı düşünülen efsanevi bir figürdür. Adı, "nar çiçeği" anlamına gelir ve Prens Salim (daha sonra Cihangir olarak tahta çıkmıştır) ile olan yasak aşk hikâyesiyle tanınır.

Efsaneye göre, Anarkali Babür İmparatoru Ekber'in sarayında bir cariye veya dansçı olarak bulunuyordu. 

Salim : Babürlüler döneminde Selim adıyla bilinen hükümdar, Cihangir Şah olarak tahta çıkmış olan Ebü'l-Muzaffer Nûreddîn Muhammed Cihangir'dir. Babür İmparatorluğu'nun 4. hükümdarı olup, 31 Ağustos 1569'da Fetihpûr Sikri'de doğmuş ve 28 Ekim 1627'de Keşmir'de vefat etmiştir.

Babası Ekber Şah, annesi ise Meryem-uz-Zamanîdir. Küçük yaşta tahtın varisi ilan edilmiştir. Ancak 1599'da, babası Dekken'de bulunurken erken tahta çıkma isteğiyle ayaklanmış, ancak babasının ölümünden sonra 1605'te tahta çıkmıştır.


ADEM-HAVVA






Adem ve Havva, İbrahimi dinlerin yaratılış anlatılarında insanlığın ilk çifti olarak kabul edilir. Yahudi, Hristiyan ve İslam geleneklerinde farklı yorumlarla anlatılan bu hikâye, insanlığın kökenine dair önemli bir mit olarak görülür.

Tevrat'ın Yaratılış Kitabı'na göre, Tanrı önce Adem'i topraktan yaratmış ve onu Aden Bahçesi'ne yerleştirmiştir. Daha sonra Adem'in yalnız olmaması için onun kaburga kemiğinden Havva'yı yaratmıştır. Bahçede özgürce yaşayabilen Adem ve Havva, yalnızca iyiliği ve kötülüğü bilen ağacın meyvesini yememeleri konusunda uyarılmıştır. Ancak bir yılan, Havva'yı bu meyveyi yemeye ikna eder ve Havva da Adem'e verir. Bu olayın ardından Tanrı, onları Aden Bahçesi'nden kovar ve dünyada yaşamaya mahkûm eder.

İslam'daki anlatımda ise Adem ve Havva'nın birlikte hata yaptığı ve kibir günahından eşit derecede sorumlu oldukları vurgulanır. Hristiyanlıkta ise bu olay, "ilk günah" doktrininin temelini oluşturur.

Bu hikâye, sanat, edebiyat ve felsefede büyük bir etkiye sahiptir ve farklı kültürlerde çeşitli yorumlarla ele alınmıştır. İnsanlığın kökenine dair alegorik bir anlatı olarak kabul edilen Adem ve Havva miti, tarih boyunca birçok tartışmaya konu olmuştur.

İşte yüzyıllar öncesinde yapılan evlenme tekliflerinden olan; "dest-i izdivacınıza talibim efendim" den başlayıp bugün pırlanta tektaşa evrilen, diz çökülüp minicik bir yüzüğün iki elle tutulup, yapılan aşk-evlilik teklifleri, "benimle evlenir misin?" sözlerinin varsayılan ilk versiyonundaki 'elma' bugünkü pırlanta yüzüğü temsil etmekteydi.

Demem o ki bu ilk geleneğe sıkı sıkıya bağlı kalınsaydı, bugün diz çökülüp evlenme teklif edilirken, kuyumcular değil manav esnafı kazanacaktı. Damatları elma kuyruğunda görecektik. Yalansa 'yalan' deyin. :)


Adem : İslam'a göre, Allah tarafından yaratılmış ve insanlığın atası olarak görülmüştür. Yahudi ve Hristiyan kaynaklarında da Adem'in yaratılışı ve cennetten kovuluşu anlatılır.

Adem'in eşi Havva, onunla birlikte cennette yaşamış, ancak yasak meyveyi yemeleri sonucu dünyaya gönderilmişlerdir.  İslam'a göre, Allah Adem'e tüm isimleri öğretmiş ve melekler ona secde etmiştir  Adem'in çocukları arasında Kabil, Habil ve Şit bulunur.

Adem'in yaratılışıyla ilgili farklı etimolojik ve mitolojik görüşler vardır. İbranicede "kızıl toprak" anlamına gelen Adam kelimesi, Sümer mitolojisindeki Adapa figürüyle benzerlik gösterir. Ayrıca, Adem'in çamurdan yaratıldığı ve eşi Havva'nın kaburga kemiğinden meydana geldiği anlatıları Sümer efsaneleriyle örtüşmektedir.

Adem'in hayatı, insanlığın başlangıcı ve ahlaki öğretiler açısından önemli bir yere sahiptir. Onun hikâyesi, insanın deneyim, hata ve tövbe süreçlerini simgeler.


Havva : İbrahimî dinlerde ilk kadın ve insanlığın annesi olarak kabul edilir. Yahudi, Hristiyan ve İslam kaynaklarında Adem'in eşi olarak anlatılır. Tevrat'a göre, Havva ismi "yaşayan" veya "hayat veren" anlamına gelir.

Havva'nın yaratılışıyla ilgili farklı anlatılar vardır. Yahudi ve Hristiyan kaynaklarında, Havva'nın Adem'in kaburga kemiğinden yaratıldığı belirtilirken, Sümer mitolojisinde Ninti adlı tanrıçayla benzerlik gösterdiği düşünülmektedir. İslam'a göre, Havva Adem ile birlikte yaratılmış ve onun eşi olarak dünyaya gönderilmiştir.

Havva'nın en bilinen hikâyesi, yasak meyve ile ilgilidir. Tevrat'a göre, Havva bir yılan tarafından kandırılarak yasak meyveyi yemiş ve Adem'e de vermiştir. Bunun sonucunda ikisi de cennetten çıkarılmıştır. İslam'da ise Havva ve Adem'in birlikte hata yaptığı ve tövbe ettikleri anlatılır.

Havva'nın mitolojik kökenleri, Sümer, Hitit ve Fenike kültürlerindeki ana tanrıça  figürleriyle ilişkilendirilmiştir. Ayrıca, bazı araştırmalar Havva'nın bereket ve doğurganlık tanrıçalarıyla bağlantılı olabileceğini öne sürmektedir.




İMZALI KİTAP SATIŞI

 BARIŞ anı-öykü



İRAN HUDUDUNDA BİR TİLKİ - roman

ASUMAN-ZEYCAN

 


Asuman ile Zeycan aşkı, Türk halk hikâyeleri arasında yer alan ve Erzincan-Erzurum bölgesinde anlatılan bir öyküdür. Hikâye, birbirine âşık olan Asuman ve Zeycan'ın toplumsal engellerle mücadele ederek kavuşmalarını konu alır. 

Öyküye göre, Erzincan beyi Kaleli Bey'in kızı Zeycan ile kâhyası Derviş Ahmet'in oğlu Asuman, çocukluklarından itibaren birlikte büyürler. Ancak, Zeycan’ın babası, toplumsal statü farkı nedeniyle kızını Asuman’a vermek istemez. Aşıklar, rüyalarında bir dervişin elinden aşk badeleri içerek birbirlerine olan sevgilerini pekiştirirler. 

Hikâyede, Asuman ve Zeycan’ın kavuşmaları için birçok engel aşılması gerekir. Zeycan’ın babası onu başka biriyle evlendirmek ister, ancak Asuman, Erzurum Valisi’ne derdini anlatır ve sonunda Zeycan’ın babası ikna olur. Böylece, nadir görülen mutlu sonla biten halk hikâyelerinden biri olarak Asuman ile Zeycan birbirine kavuşur. 

Bu hikâye, halk edebiyatının ortak motiflerini barındırır ve zamanla farklı varyantları ortaya çıkmıştır. Ayrıca, Ermeniler tarafından da ilgi görmüş ve Ermeniceye çevrilerek yayımlanmıştır.