1990’lı yıllarda Elena Goliakova’nın adı Avrupa spor göklerinde parlıyordu.
ELENA GOLİAKOVA
İSTANBUL DEYİMLERİ
DİLİMİZE YERLEŞMİŞ 10 İSTANBUL DEYİMİ
NAZIM HİKMET-PİRAYE/VERA/GALİNA/MÜNEVVER
Nâzım Hikmet Ran (15 Ocak 1902, Selanik - 3 Haziran 1963,
Moskova), Türk şair ve yazardır. Şiirleri elliden fazla dile çevrilmiş ve
eserleri birçok ödül almıştır. Türkiye'de serbest nazımın ilk uygulayıcısı ve
çağdaş Türk şiirinin en önemli isimlerindendir. Uluslararası bir üne ulaşmıştır
ve dünyada 20. yüzyılın en gözde şairleri arasında gösterilmektedir.
Komünist düşünceleri ve yasaklı Türkiye Komünist Partisi
(TKP) üyeliği nedeniyle defalarca tutuklanmış ve yaşamının büyük bölümünü
hapiste ya da sürgünde geçirmiş; Türkiye'de 11 ayrı davadan yargılanarak
İstanbul, Ankara, Çankırı ve Bursa cezaevlerinde 12 yılı aşkın süre hapis
yatmıştır. Yasaklı olduğu yıllarda Orhan Selim, Ahmet Oğuz, Mümtaz Osman ve
Ercüment Er adlarını da kullanmıştır. 1951 yılında Türkiye'den ayrılması
sonrasında Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığından çıkarılmış; bu karar ölümünden
46 yıl sonra, 5 Ocak 2009 tarihinde iptal edilmiştir.
Doğum adı Mehmet Nâzım olup, resmî olarak, 1935'te yürürlüğe
giren Soyadı Kanunu gereği Ran soyadını, 1951'de vatandaşlıktan çıkarılması
üzerine Polonya vatandaşlığına geçince ise, dedesinden dolayı Borzecki soyadını
almakla birlikte, kendi soyadı yerine babasının adını kullanarak hep Nâzım
Hikmet ismini daha çok kullanmıştır.
1963 yılında Moskova'da kalp krizi sonucu ölmüştür. Mezarı
hâlen Moskova'dadır.
SAFİYE ALİ
Türkiye’nin ilk kadın tıp doktoru Dr. Safiye Ali 1894’de İstanbul'da doğdu. Amerikan Kız Koleji’nde öğrenim gördü. Kolej yıllarında iken tıp doktoru olmaya karar verdi. Darülfünun Tıp Fakültesi henüz kadın öğrenci kabul etmiyordu. I. Dünya Savaşı sürerken maddi güçlüklere rağmen Almanya’ya giderek Würzburg Üniversitesi Tıp Fakültesinde öğrenim gördü. Amerikan Koleji mezunu olması sebebiyle zorluk çıkaran Bavyera Millî Eğitim Bakanlığı, sınavda aldığı birincilik derecesi karşılığı Safiye Ali’ye “doktor namzedi” unvanını verdi.
Safiye Ali (2 Şubat 1894, İstanbul - 5 Temmuz 1952, Dortmund)
Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk kadın tıp doktoru ve tıp eğitimi veren ilk kadındır. Anne çocuk sağlığı üzerine çalışmalar yapan Safiye Ali'nin adı Süt Damlası Bakımevleri ile anılır.
Mesleki çalışmalarının yanı sıra İstanbul'da başlayan feminist harekete katılarak Türk kadınının seçilme hakkı için mücadele etmiştir.
Babası Sultan Abdülaziz ve II. Abdülhamid'in yaverlerinden Ali Kırat Paşa, annesi Şeyhülharem Hacı Emin Paşa'nın kızı Emine Hasene Hanım'dır. Safiye Ali, dört kız kardeşin en küçüğü idi.
Ailesi, Osmanlı İmparatorluğu döneminde çeşitli hizmetleriyle tanınmıştır. Dedesi Hacı Emin Paşa 17 yıl Mekke şeyhülislamlığı yapmış ve hâlen aktif beş vakıf kurmuştur. Babasını küçük yaşta kaybeden Safiye Ali, dedesi Emin Paşa'nın Valideçeşme'deki konağında büyümüştür.
TOLSTOY'UN BİSİKLETİ
Büyük yazar Lev Tolstoy, 7 yaşındaki oğlu Vanichka’nın
ölümüne o kadar üzülür ki, dünyaya küser ve münzevi bir hayat yaşamaya başlar.
O günlerde Moskova Bisiklet Severler Derneği, kafasının
dağılmasına vesile olabilir diyerek kendisine bir bisiklet hediye eder.
Bu olay yaşandığında Tolstoy 67 yaşındadır ve daha önce hiç
bisiklete binmemiştir.
67 yaşında bisiklet sürmeyi öğrenen Tolstoy’dan yola çıkarak
Psikoloji, Sosyoloji, Felsefe gibi bilimler, toplumun
“Bu yaştan sonra yapılır mı?”,
“Artık çok geç”
gibi belirli bir yaştan sonra bir şeyleri öğrenme, bir
şeylerle uğraşma durumlarını “Tolstoy’un Bisikleti” kavramı ile örneklendirmeye
çalışmaktadırlar.
Tolstoy’un bisikleti Moskova müzesinde sergilenmektedir.
Covid-19 ile en çok duyduğumuz sayılardan biri sanırım 65.
Ne zaman bir karar alınsa “65 yaş’a atıf yapılıyor.
“65 yaş üstündekiler sokağa çıkmasın”,
“65 yaş üstündekiler izole olsun”,
“65 yaşındakiler seyahat etmesin” vs.
Bu durumun arka planında “65 yaş üstü yaşlıdır”,
“65 yaş üstü ölüme yakındır” gibi saçma sapan bir düşünce
var.
İşin hazin tarafı 65 yaş üstü insanların da bunu benimsiyor
olması. Normalde 2-3 haftada bir mutlaka ziyaretimize gelen anne ve babam, Covid-19
başladığından beri olağanüstü durumlar hariç gelmemeye başladılar.
Oysa 5 yaşındaki,
15 yaşındaki,
35 yaşındaki ne kadar riskli ise,
65 yaş da o kadar risklidir.
Covid-19’dan daha riskli ve zararlı bir şey varsa o da
genelde tüm insanların, özelde 65 yaş üstünün yaşam enerjisini ellerinden
almaktır. Demek ki Tolstoy bugün yaşıyor ve de 67 yaşında olsaydı belki
bisiklet kullanmasını öğrenemeyecekti.
Demek ki 70 yaşında Süleymaniye Camisini, 86 yaşında
Selimiye Camisini yapan Mimar Sinan bugün o yaşlarda yaşıyor olsaydı bu
muhteşem eserlerden mahrum kalacaktık.
Demek ki dünyaca meşhur, Hıristiyanlığın en büyük kilisesi
olarak bilinen Aziz Petrus Bazilikası’na 70 yaşındayken mimar olan ve ölene yani
89 yaşına kadar bu Bazilikanın yapımı ile uğraşan Michelangelo bugün yaşıyor
olsaydı bu yapıyı göremeyecektik…
Bedenine ve ruhuna gerekli özeni gösteren, içinde yaşama,
öğrenme, öğretme, faydalı olma gibi hislere sahip bütün insanlar için hiçbir
şeyin ‘yaş’ı olamaz.
İşte yukarda iki-üç örnek verdim.
Ki bu örnekler bu kadarla sınırlı değil.
Alman yazar Goethe, en bilinen eseri Faust’u yazdığında 82
yaşındaydı.
Afrikalıların “beyaz sihirbaz” diye tanımladığı Nobel
ödüllü Alman doktor Albert Schweitzer’in
gençlik yıllarındaki tek amacı Afrika’daki insanların hayatını kurtarmaktı.
Bu yüzden tıp eğitimi aldı ve 38 yaşından itibaren Gabon’da
insanlara yardım etmeye başladı. Kendi açtığı hastanede, vefat ettiği 90 yaşına
kadar ameliyatlara katıldı.
Bugün 106 yaşında olan Muazzez İlmiye Çığ, hâlâ dünyanın
kabul ettiği en değerli Sümerolog’dur.
Operada en fazla gösterimi yapılan oyunlardan olan
Othello’yu besteleyen İtalyan bestekar Verdi, bu besteyi 75 yaşında yaptı.
Çok iyi anımsıyorum, 2014 yılında yabancı basında şöyle bir
haber vardı.
Amerika’da Anna Stoehr isminde bir kadın Facebook’a üye
olmak ister.
Doğum tarihi 1900’dür ama Facebook’ta o yıl doğum tarihi
kısmı 1905’ten başlıyordu. Mecburen yaşını 99 olarak girer ama Facebook şirketine
“gerçek yaşımı kullanmak istiyorum” temalı bir mail atar.
Yani Anna Stoehr şunu haykırıyordu:
“Hâlâ yaşıyorum”…
“Hâlâ yaşıyorum”,
ne güzel bir başkaldırı,
ne muhteşem bir manifesto.
“Yaş”ın sadece bir rakam olduğunun dışavurumu.
Bir toplumun kullandığı dilde var olan kelimeler, o topluma
dair yaşantıyı, anlayışı da içinde barındırır.
Mesela bugün “ihtiyar” kelimesini duyduğumuzda zihnimizde
avurtları çökmüş, yüzü kırışık dolu, bir elinde baston bir insan tasavvur
ediyoruz. Oysa “İhtiyar” Arapça kökenli ama artık Türkçeleşmiş bir kelime.
İhtiyar’ın asıl anlamı ‘seçkin’, ‘hayırlı’dır. Hatta “kırsalın millet meclisi”
diye tanımlayacağımız
“ihtiyar heyeti” de aslında köyün muhtarı, köyün öğretmeni,
köyün imamı gibi seçilmiş kişilerden oluşur.
Ama çoğu kişi ihtiyar heyetini “köyün yaşlıları” olarak
biliyor.
İşte bu algı çok yeni. Eskiden seçkin olduğu düşünüldüğü
için “ihtiyar” diye tanımlanan 65 yaş üstü, şimdilerde işe yaramaz, bir şey
üretemez, sırtımızda yük, kambur gibi haksız ve anlamsız bir yargıyla
karşılaşıyor.
Oysa Bernard Shaw ne güzel söyler : “Yaşlanmadan akıllanmayı
çok isterdim”…
Ben 65 yaş üstü tanıdıklarımla konuşmaktan son derece keyif
ve feyz alırım, kıymetlidir benim için. Pandemiden hemen önce annemler ve sınıf
arkadaşlarıyla yaptığım Kars gezisi, o ana kadar katıldığım tüm turları
dinamizm, dakiklik ve kaliteli zaman açısından geçmiştir.
Kimse ne yürümekten ne erken kalkmaktan ne de rehberin uzun
uzun verdiği tarihi bilgilerden şikâyet etmiş bilakis her şeye doğal merak ve
ilgi gösterebilmişlerdir. Gezide daha net anladım ki, ihtiyarlar gençleri
cebinden çıkarır.
(100. yaşınızı birlikte kutlamak dileğiyle.)
Hâlâ fırsatınız varsa ‘ihtiyar’ı algıladığınız değil, gerçek
manasıyla idrak edip kullanarak yaşamayı deneyin isterim.
(Elifgilbazata'dan alıntı.)





.jpg)


