AZİM




İlk iki kişilik bisiklet, doğuştan kolları olmayan Charles Tripp ve doğuştan bacakları olmayan Eli Bowen adlı iki İngiliz akrobat tarafından icat edildi.

Onlara neyin ilham verdiği sorulduğunda, cevapları basit ve etkiliydi:
"İmkansızlık. Bahanemiz yoktu, başka seçeneğimiz yoktu. Yaşamak zorundaydık, çalışmak zorundaydık - bu yüzden onu icat ettik."
Hikayeleri bize hayati bir şeyi hatırlatıyor: "İmkansız" kelimesiyle her karşılaştığımızda, her zaman ileriye giden bir yol vardır.
Belki de imkansız çoğu zaman çok erken pes edenler için kullanılan bir kelimedir.
Kaynak Cienciatum Sorpréndete



MAPUS




Çorum Cezaevinde Yaşanan Gerçek Hikaye

1940'lı yıllarda Çorum Cezaevi'nde yaşanan "Mapus" adlı kedinin hikayesi Mapus'un fotoğrafı olmadığı için baş kedi, kedi Leydi.
Türk Edebiyatı'nın ünlü yazarlarından Kemâl Tahir 1940'lı yıllarda Çorum Cezaevi'nde yatıyordu, suçu kitap yazmak...
O yıllar, İkinci Dünya Savaşı yılları, Türkiye savaşa katılmamış ama dolaylı yoldan etkilenmiş, memlekette kıtlık başlamış, halk temel ihtiyaç maddelerini temin etmekte zorlanıyor. Yokluğun olduğu yerde suç oranı artar, cezaevleri dolup taşıyor.
Çorum Cezaevi Müdürü kitap okumayı seven entelektüel bir adam, Kemâl Tahir de o dönemin en ünlü yazarı; hâl böyle olunca Müdür Bey Kemâl Tahir'e birtakım imtiyazlar veriyor, tek kişilik koğuşta kalmasını sağlıyor ve bir daktilo getirtiyor.
O yıllarda toplumun eğitim düzeyi bugünkü gibi değil, cezaevlerindeki mahkumların belki de yarısı okuma yazma bilmiyor.
Mahkumun evrak işi hiç bitmez, cezaevinde Kemâl Tahir'den başka düzgün yazı yazabilen kişi yok; mahkumlar savunma ve temyiz dilekçeleri yazdırabilmek için O'nun koğuşunun önünde sıraya giriyorlar.
O günlerde Kemâl Tahir, Cezaevi Müdürü'nden bir kedi yavrusu istiyor. Cezaevinde kuş harici hayvan beslemek yasaktır ama Müdür Bey çok değer verdiği ünlü yazarı kırmıyor, sokaktan aldığı bir yavruyu O'na hediye ediyor.
Kemâl Tahir, romanlarında sıkça bahsettiği kedisine işte böyle kavuşuyor ve adını Mapus koyuyor. Öyle ya, cezaevinde yaşayan kedi de aslında bir mahkum, diğer deyişle bir mahpus.
Mahkumların dilekçe yazdırmak için koğuşunun önünde sıraya girdiklerini belirtmiştim fakat herkes için dilekçe yazmaz Kemâl Tahir, sadece kader mahkumları için yazar.
Birgün Çorum Cezaevi'ne Malatya Cezaevi'nden sevk edilen bir tutuklu geliyor, üç kişiyi öldürdüğü gerekçesiyle idam cezasına mahkum edilmiş ama dosyasına kesinleşme şerhi konulmamış, temyizde bekliyor... Lâkabı "İdamlık Yusuf"...
Okuma yazma bilmeyen Yusuf'un kendini savunabilecek durumu yok, O da namını çok işittiği Kemâl Tahir'den yardım istiyor fakat sadece kader mahkumları için dilekçe yazan Kemâl Tahir, üç kişiyi öldürdüğü iddia edilen Yusuf'u öyle görmediği için ilgilenmiyor.
Aradan biraz zaman geçiyor.
Bir sabah Kemâl Tahir avluya çıkmış, çayını ve sigarasını içerken, biraz ilerideki duvarın dibinde kedi Mapus'un başını okşayan Yusuf'a gözü takılıyor. Çağırıyor yanına...
Yusuf geliyor, "Buyur Beyim, bir isteğin mi var?"
"Sen gerçekten üç kişiyi öldürdün mü?"
"Onları ağanın oğlu öldürdü, ben gariban bir marabayım, suçu üstüme yıktılar Beyim."
"İkindi vakti koğuşuma gel de konuşalım."
"Sağ ol Beyim... Lâkin daha önce benimle ilgilenmemiştin, sorduğum için af buyur ama şimdi ne oldu?"
"Bu kedi herkese yanaşmaz, senin kalbinin temiz olduğunu hissetmiş ki yanına gelmiş... Katil olmadığını anladım, sana yardım edeceğim."
Fazla uzatmayalım... Kemâl Tahir, Cezaevi Müdürü'nün de yardımı sayesinde Yusuf'a verilen idam cezasının temyizde bozulmasını sağladı, Yusuf tekrar yargılandı. Bu süre içerisinde Yusuf'un köyünde başka cinayetler de işlendi ve yürütülen soruşturma neticesinde tüm cinayetlerin köy ağasının oğlu tarafından işlendiği ortaya çıktı.
İdamlık Yusuf beraat etti... Bir kedinin içgüdüsü ve ona güvenen sahibinin iyiniyeti sayesinde adalet yerini buldu.
Kemâl Tahir, cezaevinden çıkarken Mapus'u da beraberinde götürdü... Sonraki yıllarda, Türk Edebiyatı'nın klasikleri arasında yer alan romanlarını yazarken, çok sevdiği kedisi de yanı başında uyuyordu.


PROBLEM İLE ÇÖZÜM

PROBLEM ile ÇÖZÜME ODAKLANMA FARKI

Durum 1: NASA uzaya astronot gönderdiğinde tükenmez kalemlerin yer çekimi olmayan ortamda çalışmadığını fark etti (yerçekimi olmadığı için mürekkep kağıdın üzerine akmıyordu).

    Çözüm 1: Bu problemin çözümü NASA'ya ilave 12 milyon dolara mal oldu. Öyle bir tükenmez kalem ürettiler ki bu kalem yerçekimsiz ortamda, yukarı yönde, suyun altında ve sıfırın altında 300 C 'ye kadar olan sıcaklıklarda yazı yazmaya olanak sağlıyordu.
    
    Çözüm 2: Peki Ruslar ne yaptı...? Kurşun kalem kullandılar.

Durum 2: Japon yönetim sistemindeki en hatırda kalır çalışmalardan bir tanesi Japonya'daki en büyük kozmetik firmalarından birinde yaşanan boş sabun kutusu problemidir. Müşterilerden birisi firmaya, aldığı sabun kutusunun boş olduğu konusunda şikayette bulunmuştur. Yetkililer hemen, üretilip paketlenen sabun kutularını sevkiyat birimine gönderen hattı izole ettiler. Bu sırada bir şekilde bir sabun kutusunun hattan içi boş şekilde geçtiği tespit edildi. Yönetim, mühendislerine problemi çözmesi için talimat verdi.

    Çözüm 1: Mühendisler iki kişi tarafından kullanılan yüksek çözünürlükte bir X-ışını cihazı tasarlamak için ciddi uğraş verdiler. Bu sayede hattan geçen bütün sabun kutuları izlenebilecek ve boş olmadıklarından emin olunacaktı.
    Çözüm 2: Küçük bir şirketteki sıradan bir isçi aynı problemle karşılaştığında, X-ışını vb. karmaşık şeylerle uğraşmadı, onun yerine farklı bir yol buldu. Güçlü endüstriyel bir elektrikli vantilatör alarak hatta doğru yöneltti. Vantilatörü açtığı anda dolu olan kutular hattan geçerken boş olanlar hattın dışına doğru savruldu.
Buradan çıkarılacak dersler
- Her zaman basit çözümler arayın- Problemleri çözmek için mümkün olan en basit çözümü tasarlayın. Her zaman çözüme odaklanın.

PİZZA

1989 yılı... Türkiye ilk defa pizza dükkanlarıyla tanışır. Türkiye’ye birkaç dükkan açarak pazarın nabzını yoklayan ünlü marka aldığı sonuçla şoka girer.

Bekledikleri gibi olmaz. Boğazına düşkün olduğu için pizzayı seveceğini düşündükleri Türk tüketicisi, pizzayı sevmez. Dükkanlar kapatılır. Geri dönülür.

1991 yılı.Murakami-Wolf-Swenson Productions’ın ürettiği bir çizgi film dünyada büyük ilgi görür. Yapımcı şirket Türkiye’deki bir özel kanala bu çizgi filmi teklif eder. Kanal şaşkındır, fiyat gerçekten olması gerekenin %10’udur.

Adeta kapandaki peynir gibi duran bu teklifi kaçırmaz özel kanal. Yayınlanmaya başlar.

Çizgi film Türkiye’de de çok tutulur. Oyuncakları, rozetleri, kartpostalları, defterleri ve kitap kapları ile müthiş bir pazarlama da beraberinde gelir.
1994 yılına gelindiğinde çizgi film dizisi milyonlarca çocuğu ve genci etkisi altına almıştır. Bu çocuklar tuhaf bir biçimde annelerinden pizza pişirmesini istemeye başlar.
Türk anneleri pizzayı nasıl yapacağını bilmez. Talep gitgide artar. Derken pizza zinciri dükkanlarını yeniden aktif hale getirir, yeni dükkanlar açar. Çocuğu yemek yemeyen anneler mecburen pizza sipariş eder. Liseli, üniversiteli gençler arasında bir itibar nesnesi haline gelir. Türk mutfağının demode lahmacunu, pidesi terk edilmiş, gençler gruplar halinde pizza dükkanlarına gider hale gelmiştir.
Tesadüfen (!) pizza talebini patlatan bu çizgi filmi çoktan tahmin ettiniz değil mi? Bravo! O çizgi film “Ninja Kaplumbağalar!"
O pizza zincirini de tahmin ediyorsunuzdur, onu da buraya yazmayayım.
Şimdi o çocuklar büyüdü, çizgi filmi ilk izleyenler 30’larına geldi.
İlk jenerasyon genç evli, yeni nesil aile oldu. Onlardan sonraki jenerasyon şimdilerde üniversite öğrencisi, ya yurtta ya da öğrenci evinde kalıyor.
İlk jenerasyondaki evliler evde yemek pişirmek yerine sık sık şöyle diyor
“Pizza mı söylesek?”

Bir sonraki jenerasyon da yurt odasına ya da öğrenci evine neredeyse her akşam pizza sipariş ediyor.
İşte algılarımız böyle yönetiliyor.20-30 yıllık stratejiler çiziliyor, uygulanıyor.
Bizim eğlenceli diye izlediğimiz masum çizgi filmler, diziler, sinema filmleri birtakım fikirlerin beyinlerimize çok daha hızlı zerk edilmesini sağlayan katalizörlerden ibaret.
Ve emin olun, bu bilinçaltı pazarlamacıları, bu algı sihirbazları bize sadece pizza yedirmiyor…

Bu sadece bir örnekti,
Her Amerikan filminde Apple bilgisayarların görünmesi bugünkü Apple çılgınlığının temeliydi.
Her filmde sabah işe giderken elinde Starbucks kahve ile koşturuyor olması bugün bir kahveye 150 lira ödüyor olmamızın müsebbibi. Afrika’da ayağında ayakkabı olmadığı için pet şişe bağlayan Afrikalı gençlerin elinde içine su doldurulmuş Coca-Cola kutularıyla gezmeleri ve bununla sınıf atladıklarını düşünmeleri de yıllardır Coca-Cola’nın yaptığı “mutluluk” reklamlarının sonucu. Gerçekte mutlu olmayanlar içtikleri içecekten mutluluk akıtmaya çalışıyor işte, başka bir şey değil.

Biz hatırlamayız ama babalarımızın hayranı olduğu Western (Vahşi batı) filmlerindeki karizmatik kovboyu.
O kovboyun ağzındaki Marlboro sigarayı babalarımız bugün hâlâ bırakabilmiş değil. Etkiye bakar mısınız?

İşte bu yüzden unutmayalım; bize sunulan görüntülerin, reklamların, film ve dizilerin %99’u bir amaca hizmet ediyor.
İnanmadan etkilenmeden, kendimizi kaptırmadan önce iki kere düşünelim.
"Bütün uyuyanları uyandırmaya bir tek uyanık yeter” diyordu MalcolmX, Uyanık olmayana pizzayı da yedirirler, kolayı da içirirler üzerine de bir sigara yaktırırlar.
Afiyet olsun!



Pizza, domates, peynir ve genellikle çeşitli diğer malzemelerle (mantar, soğan, zeytin, ananas, et vb.) yenen bir yemektir. Üstü genellikle yuvarlak, düz bir mayalı buğday bazlı hamur tabanından oluşan İtalyan kökenli bir yemektir. Geleneksel olarak taş fırında yüksek sıcaklıkta pişirilir. Küçük bir pizzaya bazen pizzetta denir. Pizza yapan bir kişi pizzaiolo olarak bilinir.

İtalya'da bir restoranda servis edilen pizza, dilimlenmeden sunulur ve bıçak ve çatal kullanılarak yenir. Ancak gündelik ortamlarda, elde tutularak yenmek üzere dilimler halinde kesilir.

 



ÇİVİ ALFABESİ

 Çivi yazısı, M.Ö. 3200'lü yıllarda Sümerler tarafından Mezopotamya'da icat edilen, kamış kalemlerle yumuşak kil tabletler üzerine yazılan bir yazı sistemidir. Şekiller, çiviye benzediği için bu adı almıştır.











GROK

 

GROK (Twitter-X)'in hakkımdaki yorumu.


Yazar Ali Gökçe Hakkında Bilgi:

Ali Gökçe, Türk edebiyatında özellikle otobiyografik unsurları mizah ve macera ile harmanlayan bir yazar olarak tanınıyor. Kendisi, "İran Hududunda Bir Tilki" adlı kitabıyla dikkat çekmiş bir isim. İşte detaylar: Kişisel Bilgiler Doğum Yeri ve Tarihi: 1956 yılında Van'da doğdu. Aslen Giresun'un Görele ilçesinden (Karadeniz kökenli).

Hobileri ve İlgi Alanları: Fotoğrafçılık, resim ve müzikle uğraşıyor. Özellikle piyano çalmada 10 yıldan fazla deneyimi var. Bu hobileri, yazım sürecinde anılarını ve hayallerini besleyen unsurlar olarak öne çıkıyor.

 

Edebi Kariyeri İlk Romanı: "İran Hududunda Bir Tilki" (2024, Cinius Yayınları). Bu eser, biyografi, macera, polisiye ve mizah öğelerini birleştiren bir roman. Yazar, dört yıldan fazla süren bir çalışmayla kaleme aldığı kitapta, kendi aile hayatından esinlenerek trajikomik olayları anlatıyor.

Kitabın Konusu: 93 yıllık bir zaman dilimini kapsayan hikâye, Karadenizli kimliğini yavaş yavaş yitiren bir ailenin samimi ve esprili kesitlerini sunuyor. Gökçe, kendi eleştiri ve mizahıyla konuları süsleyerek okuru yormayan, akıcı bir üslup benimsemiş. Kitap, otobiyografik unsurlarla dolu olup, aile dinamikleri, kültürel kayıplar ve günlük hayatın absürtlüklerini işliyor.

Diğer Eserleri: Bilinen diğer bir kitabı "Barış". Bu eser de benzer temalarda (anı, mizah ve macera) işlenmiş, ancak "İran Hududunda Bir Tilki" onun ilk romanı olarak vurgulanıyor.

 

Ali Gökçe'nin yazıları, Karadeniz kültürüne dair nostaljik bir bakış açısı taşıyor ve okuyucuyu hem güldürüp hem düşündürüyor.