İRAN HUDUDUNDA BİR TİLKİ - Roman
B A R I Ş - Anı.Öykü

KİTAPLARIMIN SATIŞINI YAPAN İNTERNET SİTELERİ



İRAN HUDUDUNDA BİR TİLKİ (Roman)



E-KİTAP YAYINCILIK

E-KİTAP PROJESİ

CİNİUS.SHOP

AMAZON

AKAKÇE

İDEFİX

FATMA GİRİK-MEMDUH ÜN

 



Fatma Girik ve Memduh Ün'ün ilişkisi, Yeşilçam'ın en uzun soluklu ve derin bağlarla örülü aşk hikayelerinden biri olarak bilinir. 57 yıl boyunca süren bu birliktelik, sadece romantik bir ilişki değil, aynı zamanda sanatsal ve profesyonel bir ortaklık olarak da şekillendi.

Fatma Girik, Memduh Ün ile tanıştığında henüz 15 yaşındaydı. Ün, o dönemde Muhterem Nur ile birlikteydi, ancak ilişkileri iyi gitmiyordu. İlk başta Girik'e "Çok küçüksün, git kendine dengini bul" diyerek mesafe koysa da, zamanla aralarındaki bağ güçlendi ve ayrılmaz bir ikili haline geldiler.

Girik, Ün ile olan ilişkisini şu sözlerle anlatıyordu: "Memduh Ün ile 50 yılı aşkın büyük bir aşk, sevgi, tutku, şefkat, saygı, olmazsa olmaz beraberlik yaşıyoruz. Bizim ilişkimizin içine biz her şeyi sığdırdık. Aşkı büyüttük, besledik, vazgeçilmez hale getirdik. Beni incitmedi, kadınlık gururumla hiç oynamadı."

ATATÜRK HAKKINDA (1)



Atamızın boyu 1.74, kilosu ise 75 civarıydı.

42 numara ayakkabı giyiyordu. Ayakkabıları genelde siyah rugandı. Atatürk’ün de T.C. kimlik numarası: 10000000146. Aslında bu, birinci sıradaki T.C. kimlik numarası. Sondaki 46, güvenlik amacıyla, sistem tarafından otomatik konulmuş. Atartürk’ün en sevdiği yemek, etsiz kuru fasulye ile pilavdı.

Kahveyi de çok seviyordu. Günde 10-15 fincan Türk kahvesi içiyordu. Atatürk’ün tüm gömlekleri beyazdı. Takım elbiselerinin modelini kendisi çiziyordu.

Lacivert rengi sevmezdi. Bu nedenle gardrobunda laciverte yer yoktu. Atatürk'ün 'Foks' adında bir köpeği vardı. Atamız Foks’u Yalova kaplıcalarına gittiği bir gün, seyyar bir fotoğrafçıdan 50 liraya satın almış. Foks öldükten sonra doldurulup mumyalanmış. Halen de "Atatürk ve Kurtuluş Savaşı Müzesi'nde sergileniyor.

Atatürk spor yapmayı çok severdi. Düzenli ata binerdi, yüzerdi ve bilardo oynardı.

Atatürk, çok kitap okuyan biriydi. Binlerce kitabı vardı. Ancak en sevdiği kitap, Reşat Nuri Güntekin’in Çalıkuşu adlı romanıydı. Öyle ki, kitabı sürekli yanında taşırdı ve zaman zaman rastgele bir sayfa açıp okurdu.

Atamız 44 sayfalık bir geometri kitabı yazdı. Bugün kullandığımız üçgen, dörtgen, çap, artı, eksi, bölü, oran gibi Türkçe kelimeleri Atatürk buldu. Atatürk’ün bu kitap dışında 13 kitabı daha var.

Mustafa Kemal; Medeni Bilgiler, Karlsbad Hatıraları, Bölüğün Muharebe Eğitimi gibi hem askeri hem de toplumsal konularda kitaplar yazdı. Atatürk isminde bir çiçek vardır.

Rivayete göre, Atamız bu çiçeği çok seviyor diye bu ismi koymuşlar. Bir başka iddiaya göre ise Meksika kökenli çiçeği Türkiye’de yetiştiren bitki bilimciler çiçeğe Atatürk ismini verdi.

Mustafa Kemal Atatürk, son söz olarak, “Aleykümeselam” dedi. Anlatılanlara göre, Atatürk, hasta yatağında doktoruna dikkatle baktı ve “Aleykümeselam” dedi.

Ardından girdiği komada 30 saat kaldı. 10 Kasım 1938 günü ise hayatını kaybetti. Atamızı sevgiyle, saygıyla, minnetle anıyoruz.


E-KİTAP NEDİR?

                                                                


Elektronik kitap, E-kitap veya e-Kitap, bilgisayarların veya diğer elektronik cihazların düz panel ekranında okunabilen metinden oluşan dijital biçimde sunulan bir kitap yayınıdır. 

Bazen "basılı bir kitabın elektronik versiyonu" olarak tanımlansa da, bazı e-kitapların basılı bir eşdeğeri yoktur. E-kitaplar, özel E-kitap okuyucu cihazlar, masaüstü, dizüstü bilgisayarlar, tabletler ve akıllı telefonlar da dahil olmak üzere kontrol edilebilir bir görüntü aygıtına sahip herhangi bir cihazda okunabilir.


E-KİTABIN AMACI VE FAYDASI

ALBERT EİNSTEİN-MİLEVA MARİC



 

Albert Einstein ve Mileva Marić’in ilişkisi, bilim ve aşkın iç içe geçtiği karmaşık bir hikâyedir. Einstein, Marić’i Zürih Politeknik Enstitüsü’nde tanıdı ve kısa sürede birbirlerine derin bir bağ kurdular. Marić, dönemin nadir kadın fizikçilerinden biri olarak parlak bir zekâya sahipti ve bazı tarihçiler, Einstein’ın görelilik teorisine katkıda bulunmuş olabileceğini öne sürer.

İlişkileri başlangıçta tutkulu ve entelektüel bir ortaklık olarak başladı. Einstein, Marić’e yazdığı mektuplarda ona olan sevgisini ve bilimsel çalışmalarına duyduğu hayranlığı dile getiriyordu. Ancak ailesi bu ilişkiye sıcak bakmadı; özellikle Einstein’ın annesi, Marić’in yaşça büyük olması ve Sırp kökenli olması nedeniyle evliliğe karşı çıktı. 

Evlilikleri zamanla zorlaştı. Einstein’ın akademik yükselişiyle birlikte Marić’in bilimsel kariyeri gölgede kaldı. Çiftin evlilik öncesinde doğan ve az bilinen kızları Lieserl’in varlığı, yıllar sonra ortaya çıkan mektuplarla doğrulandı. Einstein’ın kariyerine odaklanması ve evlilikte yaşanan duygusal mesafeler, sonunda boşanmalarına yol açtı. 

SAVARONA

 

Savarona! Şımarıklık, diplomasi ve hüzünlü bir öykü...


Bugün yapılacak geçiş aslında Savarona’nın yeniden doğumunun ilanı olarak kabul edilmeli. Savarona, Türkiye Cumhuriyeti’nin önemli değerlerinden birisidir. Yeniden maviliklerde boy göstermesi, Türk bayrağını dalgalandırması hepimiz için kazanç ve gurur vesilesidir.

Savarona’nın hikâyesi, şımarıklıkla başlar, sonra bizim sularımızda hüzünle devam eder...

Savarona tek bir yatın adı değildir aslında bu adla üç ayrı yat imal edildi.

İlk Savarona 1926’da, ikincisi 1928’de üçüncü ve mülkiyeti Türk devletine ait olan Savarona’ysa 1930 yılında sipariş edildi.

Her üç yatın da sahibi de dedesi Brooklyn Köprüsü’nü inşa eden, babası çelik tel şirketi sahibi olan Emily Roebling Cadwalader’dır.

ATATÜRK HAKKINDA (2)

  



"Mademki sen; TÜRKİYE CUMHURİYETİ'NİN KURUCUSUNA KÂFİR DİYECEK KADAR CESURSUN, BEN DE SANA ŞEREFSİZ NAMUSSUZ VATANSIZ  AHLAKSIZ DİYECEK KADAR CESUR ve YÜREKLİYİM!"

"Atatürk'ün düşmanı, düşmanımdır."

Adı : Mareşal  Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK
Görevi : İlk Cumhurbaşkanı 
Doğum yeri : Selanik
Yaşı : 57
Eğitim : Harp Akademisi
Savaş : 11
Madalya : 24
Nişan : 7
Yazdığı Kitap : 11
Okuduğu Kitap Sayısı: 4000
Açtığı Fabrika : 48
En Büyük Başarısı : Türk vatanını işgalden kurtarması, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni kurması.

"Aynı takımı tutmadığım adamla anlaşırım."
"Aynı partiye oy vermediğim adamla anlaşırım."
"Aynı dini paylaşmadığım adamla anlaşırım."
"Aynı milletten olmadığım adamla da anlaşırım."
"Ama Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü sevmeyenle asla anlaşamam."
"Ben, Ülkemi, ilkelerimi, fikrî düşüncemi Anayasanın ilk 4 maddesi gibi korur kollar ve asla taviz vermem."
"Çünkü ben, Mustafa Kemal Atatürk'ün kurduğu, Türkiye Cumhuriyeti'nin çocuğuyum."
"Ben, Atatürkçüyüm."
"Ben, Cumhuriyetçiyim."
"Ben, laikim."
"Ben, antiemperyalistim."
"Ben, tam bağımsız Türkiye'den yanayım."
"Ben, 'Türk  Milletindenim' diyenlerdenim."
"Ben, Türk Milletine tuzak kuran hainlerin düşmanıyım."
"Ben, hırsızların, vurguncuların, çıkarcıların düşmanıyım."
"Ben, Allah ile aldatan namussuzların düşmanıyım."
"Dindarım diye geçinip gece gündüz Atatürk'e küfür edenlerin düşmanıyım."

Atatürk;  Diyaneti kuran, Kuran-ı kendi parasıyla tefsir ettiren, Kuran meali ve İlmihali yaptıran, İmam Hatipleri açan, Ayasofya'yı müze değil de Cami olarak kayıt yaptırandır..
"Ben, 'susan dilsiz şeytandır' sözünün takipçisiyim."

"Ne kökümü yok sayarım, ne dalımdan koparım."

NE MUTLU TÜRK VATANININ KURTARICISI, TÜRK DEVLETİNİN KURUCUSU, TÜRK MİLLETİNİN ULU ÖNDERİ GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’ÜN AYDINLIK YOLUNDA OLANLARA. 
NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE.

(Alıntıdır.)

MERAL-YAMAN OKAY




Meral Okay ve Yaman Okay’ın aşkı, Türk tiyatro ve sinema dünyasının en dokunaklı hikâyelerinden biri olarak hatırlanır. 1984 yılında evlenen çift, birbirlerine derin bir sevgi ve saygıyla bağlıydı. Yaman Okay’ın 1993’te pankreas kanserinden hayatını kaybetmesi, Meral Okay’ın yaşamında büyük bir kırılma noktası oldu.

Aşkın Derinliği ve Meral Okay’ın Anlatımı:
Meral Okay, eşinin kaybından sonra yazdığı satırlarda, onunla yaşadığı aşkı şu sözlerle anlatıyordu: 
 
"Aşk kendinden vazgeçme halidir, kendi benliğini ezmeden ‘biz’ olabilme halidir. İnsan egosu denetlenmesi en güç olan şeydir. Bunu ancak aşk becerebilir, sadece aşk ile üstünden atlayabilirsiniz."  
Bu sözler, onların ilişkisinin sadece romantik değil, aynı zamanda derin bir paylaşım ve bağlılık içerdiğini gösteriyor.

BONNİE PARKER-CLYDE BARROW

 




Bonnie Parker ve Clyde Barrow, 1930'lu yıllarda Amerika'da banka ve dükkânları soyan ünlü kanun kaçaklarıydı. Ancak onları sıradan suçlulardan ayıran şey, birbirlerine duydukları büyük aşk ve halkın gözünde kazandıkları romantik, asi imajdı.

Bonnie ve Clyde, kapitalizme karşı bir tür modern Robin Hood figürü olarak görüldü. Soydukları yerlere çiçek bırakmaları, onların sadece suçlular değil, aynı zamanda tutkulu ve dramatik bir çift olarak anılmalarına neden oldu. Bonnie, Clyde ile tanışmadan önce kısa süren bir evlilik yaşamıştı, ancak Clyde ile olan ilişkisi, onun hayatının en büyük tutkusu haline geldi. Birlikte kaçak hayatı yaşarken, Bonnie'nin Clyde'a olan bağlılığı hiç sarsılmadı.

İkilinin hikâyesi, yıllar içinde filmlere, şarkılara ve kitaplara konu oldu. Özellikle aşkları, birçok sanat eserinde efsanevi bir romantizm olarak işlendi. Ancak bu romantik imajın ardında, acımasız bir suç geçmişi ve trajik bir son vardı. 23 Mayıs 1934'te Louisiana'da polis tarafından pusuya düşürülerek öldürüldüler. Ölüm anları bile sinemada farklı şekillerde anlatıldı, bazı versiyonlarda arabada vuruldukları, bazılarında ise Clyde'ın kaçmaya çalışırken öldürüldüğü gösterildi.

ZSA ZSA GABOR-BURHAN ASAF BELGE

 



Zsa Zsa Gabor, 6 Şubat 1917’de Budapeşte, Macaristan’da doğdu ve 18 Aralık 2016’da Los Angeles’ta hayatını kaybetti. Macar asıllı Amerikalı oyuncu ve televizyon yıldızı olarak tanınan Gabor, yalnızca oyunculuğuyla değil, aynı zamanda göz alıcı kişiliği, abartılı Hollywood yaşam tarzı ve çok sayıda evliliğiyle de dikkat çekti.

1936 yılında Macaristan Güzeli seçildikten sonra oyunculuk kariyerine adım attı ve Hollywood’a taşındı. Kariyeri boyunca birçok filmde rol aldı, bunlar arasında Moulin Rouge*(1952), Lili (1953) ve Death of a Scoundrel (1956) gibi yapımlar bulunur. 1958’de Altın Küre Ödülü kazandı ve Hollywood Ünlüler Kaldırımı’nda bir yıldız sahibi oldu.

JANE BİRKİN-SERGE GAİNSBOURG

 



Jane Birkin ve Serge Gainsbourg’un aşkı, bohem ve tutkulu bir ilişki olarak hafızalara kazındı. 1968’de Slogan filminin setinde tanıştılar ve kısa sürede birbirlerine çekildiler. Gainsbourg, Brigitte Bardot ile yaşadığı fırtınalı ilişkiden yeni çıkmıştı, Birkin ise ilk evliliğini sonlandırmıştı.

Bu aşk, sadece romantik bir bağ değil, aynı zamanda sanatsal bir ortaklık olarak da şekillendi. Gainsbourg’un “Je t’aime… moi non plus” şarkısı, Birkin’in vokalleriyle büyük ses getirdi ve erotik içeriği nedeniyle birçok ülkede yasaklandı. Çift, müzik ve sinema dünyasında birlikte çalışarak Fransız kültürünün ikonik figürleri haline geldi.

NİCK CAVE-PJ HARVEY

 




Nick Cave ve PJ Harvey'nin kısa ama yoğun ilişkisi, "Henry Lee" şarkısının kaydı sırasında başladı. Bu şarkı, Cave'in 1996 tarihli Murder Ballads albümünde yer alan ve geleneksel bir halk şarkısı olan Young Hunting'in yeniden yorumu. 

Cave ve Harvey, şarkının klibini çekerken birbirlerine olan ilgilerini keşfettiler ve bu, yaklaşık dört ay süren tutkulu bir ilişkiye dönüştü. Ancak bu aşk, uzun soluklu olmadı. Cave, yıllar sonra verdiği bir röportajda, Harvey ile olan ilişkisinin kendisini derinden etkilediğini ve ayrılığın zor olduğunu dile getirmişti. 

Bu şarkının sözleri ve klibi, aşkın hem çekiciliğini hem de yıkıcılığını yansıtan bir atmosfer yaratıyor. Harvey'nin vokalleri ve Cave'in karanlık anlatımı, şarkıya dramatik bir derinlik katıyor.

Bu ilişki, Cave'in sonraki müzikal ve lirik çalışmalarında da izler bıraktı. Harvey'nin etkisi, Cave'in daha içsel ve duygusal şarkılar yazmasına katkıda bulunmuş olabilir. Bu tür ilişkiler, sanatçılar için hem ilham kaynağı hem de yaratıcı bir dönüşüm süreci olabilir.

MARİLYN MONROE-ARTHUR MİLLER

 



Humphrey Bogart ve Lauren Bacall'ın aşkı, Hollywood'un en ikonik ve tutkulu ilişkilerinden biri olarak kabul edilir. 1943 yılında "To Have and Have Not" filminin çekimleri sırasında tanıştılar. Bacall henüz 19 yaşındaydı, Bogart ise 44 yaşında ve evliydi. Ancak aralarındaki çekim güçlüydü ve kısa sürede gizli bir ilişki yaşamaya başladılar.

Bogart, o dönemde aktris Mayo Methot ile evliydi ve evliliği oldukça çalkantılıydı. Bacall ile ilişkisi derinleştikçe, Bogart boşanma sürecine girdi ve 1945 yılında Bacall ile evlendi.

Çift, Hollywood'un altın çağında birlikte dört filmde rol aldı: To Have and Have Not (1944), The Big Sleep (1946), Dark Passage (1947) ve Key Largo (1948). Bacall, Bogart'a "Baby" lakabını takmıştı, Bogart ise ona "Steve" diye hitap ediyordu.

SHİRLEY McLAİNE-STEVE PARKER

 



Shirley MacLaine'in aşk hayatı, Hollywood'un en ilginç ve özgür ruhlu romantik hikâyelerinden bazılarını içeriyor. Yves Montand ile ilişkisi, 1962 yapımı My Geisha filminin çekimleri sırasında başladı. İkili, sette yakınlaştı ve kısa süreli bir aşk yaşadı. 



MacLaine'in diğer ilişkileri arasında şunlar bulunuyor:

Steve Parker: MacLaine, 1954'te yapımcı Steve Parker ile evlendi. Ancak evlilikleri "açık ilişki" olarak tanımlandı ve 1982'de boşandılar.

Robert Mitchum: MacLaine'in, ünlü aktör Robert Mitchum ile romantik bir ilişkisi olduğu biliniyor.

Pierre Trudeau: Kanada Başbakanı Pierre Trudeau ile de bir dönem yakınlaştığı söyleniyor.

Olof Palme: İsveç Başbakanı Olof Palme ile de bir ilişkisi olduğu iddia ediliyor.

Danny Kaye: MacLaine'in, aktör ve komedyen Danny Kaye ile de bir ilişkisi olduğu söylentiler arasında.

MacLaine, aşk hayatı hakkında oldukça açık sözlüydü ve ilişkilerini özgürce yaşadı. Onun romantik geçmişi, Hollywood'un geleneksel kalıplarına meydan okuyan bir yaşam tarzını yansıtıyor.

Shirley MacLaine, Amerikalı oyuncu, yazar ve aktivist olarak tanınan, sinema dünyasında uzun ve etkileyici bir kariyere sahip bir isimdir. 24 Nisan 1934'te Richmond, Virginia'da doğdu ve Hollywood'un en önemli yıldızlarından biri haline geldi. 

MacLaine, 1955'te "The Trouble with Harry" filmiyle çıkış yaptı ve ardından "The Apartment" (1960), "Irma la Douce" (1963), "Terms of Endearment" (1983) gibi klasikleşmiş yapımlarda rol aldı. 1983'te "Terms of Endearment" ile En İyi Kadın Oyuncu Oscar'ını kazandı. 

    
    



Aynı zamanda New Age ve spiritüalizm konularına büyük ilgi duydu ve bu alanlarda birçok kitap yazdı.

MacLaine'in kariyeri, hem sinema hem de edebiyat dünyasında derin izler bırakan bir yolculuk olarak görülüyor.

Shirley MacLaine'in hayatı, sadece oyunculuk kariyeriyle değil, sıra dışı deneyimleri ve açık sözlülüğüyle de dikkat çeker. İşte onun hakkında birkaç ilginç anekdot:

Spiritüel Yolculukları: MacLaine, reenkarnasyon ve metafizik konularına büyük ilgi duyuyordu. Peru'daki And Dağları'nda yaptığı bir yürüyüş sırasında "evrenle bağlantı kurduğunu" hissettiğini anlatır.

Açık Evlilik: 1954'te yapımcı Steve Parker ile evlendi ve 1982'de boşandı. Ancak evlilikleri boyunca "açık ilişki" yaşadıklarını açıkça dile getirdi. O dönemde kimsenin bunu anlamadığını söyleyerek, evliliklerinin özgürlük üzerine kurulu olduğunu belirtti.

Hollywood'un Cesur Kadını: MacLaine, kariyerinin başlarında Broadway'de dansçı olarak çalışırken, bir gösteri sırasında başrol oyuncusu sakatlanınca onun yerine sahneye çıktı. Bu olay, kariyerinin dönüm noktalarından biri oldu.

Politik ve Kültürel Bağlantılar: Kanada Başbakanı Pierre Trudeau ve İsveç Başbakanı Olof Palme ile romantik ilişkiler yaşadığı iddia edildi. MacLaine, bu ilişkileri hakkında açık sözlü olmasa da, politik figürlerle yakın bağları olduğu biliniyor.

MacLaine'in hayatı, sadece sinema dünyasında değil, kişisel keşifleri ve cesur yaşam tarzıyla da ilham verici bir hikâye sunuyor. 

Shirley MacLaine'in hayatı, hem Hollywood'daki kariyeri hem de kişisel yolculuğu açısından oldukça renkli ve ilginç anekdotlarla dolu. İşte birkaç dikkat çekici hikaye:


Ruhsal yolculukları: MacLaine, sadece bir oyuncu değil, aynı zamanda ruhsal keşiflere meraklı bir yazar. "İçimdeki Yolculuk" (Out On A Limb) adlı kitabında aşk ilişkilerinin ardındaki ruhsal serüvenleri ve geçmiş yaşamlarla ilgili deneyimlerini anlatıyor.




Sahneye çıkış hikayesi: Broadway'de oyunculuk yapmaya çalışan MacLaine, bir gün Carol Haney'in sakatlanması sonucu onun yerine sahneye çıkmış ve bu şans sayesinde kariyerinde büyük bir sıçrama yapmıştı.

Hollywood'daki etkisi: MacLaine, kariyeri boyunca BAFTA, Altın Küre ve Oscar gibi birçok ödül kazandı. Özellikle "Sevgi Sözcükleri" filmiyle En İyi Kadın Oyuncu Oscar'ını alarak büyük bir başarıya imza attı.

MacLaine'in hayatı, hem sanatsal hem de kişisel anlamda keşiflerle dolu. Onun hikayeleri, sadece bir oyuncunun değil, aynı zamanda bir düşünürün ve gezginin dünyasını yansıtıyor. Özellikle ruhsal ve felsefi konulara olan ilgisi, onu Hollywood'un en sıra dışı figürlerinden biri yapıyor. 


Shirley MacLaine, (d.24 Nisan 1934) Akademi ödüllü Amerikalı oyuncu. Sinema oyuncusu Warren Beatty'nin kardeşidir.

Shirley MacLaine'in çıkış filmi The Trouble with Harry. (1955)

Richmond, Virjinya'da 24 Nisan 1934'te Baptist inançları olan İngiliz kökenli Amerikalı bir baba ile İrlanda ve İskoçya kökenli Kanadalı bir anneden doğdu. Liseyi Virjinya'da bitirdikten sonra Broadway'de oyuncu olabilme hayaliyle New York'a taşındı. The Pajama Game adlı filmde Carol Haney'in ayağını burkup onun yerine geçmesiyle bu amacına ulaştı.

 Altı kez Akademi ödülüne aday olmayı başaran MacLaine, 1983 yapımı Sevgi Sözcükleri (Terms of Endearment) filmindeki rolüyle En İyi Kadın Oyuncu ödülünü kazandı. 19 kez aday gösterildiği Altın Küre Ödülleri'ni ise 5 kez kazandı.


Steve Parker, 6 Şubat 1922'de doğdu. My Geisha (1962), John Goldfarb, Please Come Home! (1965) ve Yeni Kilisenin Efendileri: Kutsal Savaş (1992). Miki Hasegawa ve Shirley MacLaine ile evlendi. 13 Mayıs 2001'de Honolulu, Hawaii, ABD'de akciğer kanseri nedeniyle öldü.


FRANZ KAFKA-MİLENA JESENSKA




Franz Kafka ve Milena Jesenska’nın aşkı, edebiyat tarihinin en dokunaklı ve trajik ilişkilerinden biri olarak kabul edilir. Bu aşk, fiziksel yakınlıktan çok, mektuplar aracılığıyla yaşanmış bir duygusal bağdı. Milena, Kafka’nın eserlerini Çekçeye çevirmek isteyen bir gazeteci olarak onunla iletişime geçti ve bu profesyonel ilişki kısa sürede derin bir duygusal bağa dönüştü.

Kafka, Milena’ya yazdığı mektuplarda ona olan sevgisini, hayranlığını ve içsel çalkantılarını açıkça ifade etti. Ancak bu aşkın önünde büyük engeller vardı: Milena evliydi ve Kafka’nın sağlığı giderek kötüleşiyordu. Kafka’nın verem hastalığı, onun fiziksel olarak Milena’ya yakın olmasını imkânsız hâle getirdi. Yine de mektuplar aracılığıyla birbirlerine duydukları sevgiyi ve özlemi derinlemesine yaşadılar.

Kafka’nın Milena’ya yazdığı mektuplar, onun iç dünyasını ve aşkın getirdiği çelişkileri gözler önüne serer. Bu mektuplar, yalnızca romantik bir ilişkinin değil, aynı zamanda Kafka’nın varoluşsal kaygılarının ve kendini ifade etme çabasının da bir yansımasıdır. Milena, Kafka için bir umut ışığıydı, ancak bu aşk hiçbir zaman tam anlamıyla yaşanamadı.

Bu mektuplar, edebiyatseverler için büyük bir hazine niteliğinde. Kafka’nın Milena’ya duyduğu derin sevgi ve özlem, onun yazılarında kendini gösteriyor. 

Kafka’nın Milena Jesenska’ya yazdığı mektuplar, yalnızca bir aşk hikâyesi değil, aynı zamanda onun iç dünyasını, varoluşsal kaygılarını ve edebi düşüncelerini yansıtan derin metinlerdir. “Milena’ya Mektuplar” adlı kitapta toplanan bu yazışmalar, Kafka’nın Milena’ya duyduğu yoğun duyguları, özlemi ve hayranlığı gözler önüne serer.

        
    

Mektuplarda sıkça geçen konular şunlardır:

Aşk ve Özlem: Kafka, Milena’ya olan sevgisini ve ona duyduğu özlemi açıkça ifade eder. Uzaklık ve Milena’nın evli oluşu, bu aşkın gerçekleşmesini zorlaştırır.

Hastalık ve Çaresizlik:  Kafka’nın verem hastalığı, mektuplarda sıkça yer alır. Milena’nın sağlığıyla ilgili endişeleri ve kendi hastalığının ilerleyişi üzerine düşünceleri mektuplarda belirgin bir şekilde görülür.

Edebiyat ve Çeviri: Milena, Kafka’nın eserlerini Çekçeye çeviren bir gazeteci olduğu için, mektuplarda edebi tartışmalar ve çeviri süreci üzerine konuşmalar da yer alır.

Güncel Olaylar ve Savaş: Dönemin siyasi ve toplumsal olayları, özellikle savaşın etkileri, mektuplarda kendine yer bulur.

Viyana’ya Gitme Hayali: Kafka, Milena’nın yaşadığı Viyana’ya gitmeyi sıkça hayal eder, ancak hastalığı ve içsel çelişkileri nedeniyle bu planı sürekli erteler.

Kafka’nın mektuplarında, onun derin yalnızlığı ve Milena’ya duyduğu bağlılık açıkça hissedilir. Bir mektubunda, “Bu havayı solumak için göğsümün bu kadar genişleyip daralmasını anlamak imkânsız, bu kadar uzakta olmanı anlamak imkânsız.” diyerek mesafelerin kendinde yarattığı acıyı dile getirir.

Bu mektuplar, yalnızca bir aşkın hikâyesi değil, aynı zamanda Kafka’nın ruh hâlini ve edebi düşüncelerini anlamak için de önemli bir kaynaktır. 

Franz Kafka’nın edebi kariyeri, yalnızca kendi döneminde değil, sonraki nesiller üzerinde de derin etkiler bırakan bir mirasa sahiptir. Milena Jesenska ile olan yazışmaları, onun edebi düşüncelerini ve yaratıcı sürecini şekillendiren önemli unsurlardan biri olmuştur. Kafka’nın eserlerinde sıkça görülen yalnızlık, yabancılaşma ve varoluşsal kaygılar, Milena’ya yazdığı mektuplarda da belirgin bir şekilde ortaya çıkar.

Kafka’nın edebi kariyerine etkileri açısından Milena ile olan ilişkisi şu yönlerden önemlidir:

Dil ve Çeviri: Milena, Kafka’nın eserlerini Çekçeye çeviren ilk kişilerden biri olduğu için, onun yazılarının farklı bir kültürel bağlamda değerlendirilmesine katkıda bulunmuştur.

Duygusal ve Felsefi Derinlik: Kafka’nın Milena’ya yazdığı mektuplar, onun edebi eserlerindeki içsel çatışmaların ve varoluşsal kaygıların bir yansımasıdır. Bu mektuplar, Kafka’nın yazılarındaki melankolik ve sorgulayıcı tonun nasıl şekillendiğini anlamak açısından büyük önem taşır.

Yazma Süreci Üzerindeki Etkisi: Milena, Kafka’nın yazma sürecini etkileyen önemli bir figürdü. Onunla olan mektuplaşmaları, Kafka’nın kendini ifade etme biçimini ve edebi üretkenliğini doğrudan etkiledi.

Edebi Mirasın Yayılması: Milena, Kafka’nın eserlerinin daha geniş bir okuyucu kitlesine ulaşmasına yardımcı oldu. Onun çevirileri ve edebi değerlendirmeleri, Kafka’nın eserlerinin Avrupa’da daha fazla tanınmasını sağladı.

Kafka’nın Milena’ya yazdığı mektuplar, onun edebi kariyerinin yalnızca bir parçası değil, aynı zamanda onun iç dünyasını ve yazma sürecini anlamak için önemli bir kaynaktır.

                           



Milena 10 Ağustos 1896' da Prag'da doğdu. Babası Prag'ın ileri gelenlerinden oldukça meşhur bir diş hekimidir. Annesi ise Milena henüz on üç yaşındayken öldü.

Milena babasının isteğiyle tıp fakültesine ve ardından konservatuara gitti fakat ikisini de yarıda bıraktı. Özellikle bu dönem babasından öç almak için uyuşturucu kullanıp, ufak hırsızlıklar yaptı ve ölçüsüzce para harcayıp savruk bir hayat yaşadı.

Üniversite yıllarında Yahudi kökenli Ernst Pollak'a aşık oldu, ondan hamile kaldı ve daha sonra da bebeğini aldırdı. Bu durum Prag sosyetesinin diline düştü ve Yahudileri sevmeyen babası onu bir sanatoryuma kapattı.

Gizli gizli Pollak'la görüşmeye devam eden Milena, sanatoryumdan çıkar çıkmaz onunla evlendi ve Viyana'ya yerleşti. Yaptığı bu evlilik sonucunda babasıyla olan tüm bağları koptu ve bütün maddi desteği kesildi.

Viyana'daki yılları büyük mutsuzluk içinde geçti. Kocası Pollak oldukça sorumsuz bir hayat yaşıyordu ve onu neredeyse gördüğü her kadınla aldatıyordu. Milena büyük ruhsal bunalımlar yaşıyordu ve uyuşturucuya tekrar başladı. Tüm bunların üzerine bir de maddi sıkıntılar vardı ve Milena birçok işte çalışmaya başladı. Hatta tren istasyonunda hamallık bile yaptı.

Daha sonra Çek gazetelerinde moda ve dekorasyon konularında yazılar yazmaya başladı ve birçok meşhur yazarın eserlerini çevirdi. Böylece maddi ve manevi olarak yaşadığı kötü dönemden kurtulmaya başladı.

İşte Kafka ile tanışması da o yıllara dayanır. 1919 yılında Milena'nın Viyana'dan Prag'a yaptığı bir seyahat sırasında tanışmışlardı. Milena, Viyana'ya döndükten sonra Kafka'ya mektup yazarak eserlerini Çekçe'ye çevirmek istediğini belirti. Böylece dünya edebiyat tarihine geçecek mektup aşkının ilk adımlarını atmış oldu.

Milena'nın hayatına Kafkadan başka ayrıca Kont Xavier Schaffgotsch ve Jaromir Krejcar isimli iki adam daha girdi. Ve hatta Krejcar'dan bir de kızı oldu.

Milena, Prag'da komünist partide aktif rol aldı, Çek yeraltı hareketine katıldı. Almanların Prag'ı işgal etmesinden sonra Yahudi kökenli birçok edebiyatçı ve sanatçının ülke dışına çıkarılmasına yardımcı oldu. Bu nedenle Ravensbrück toplama kampına gönderildi ve 1944'de burada öldü. (medium.com)



Franz Kafka (3 Temmuz 1883, Prag – 3 Haziran 1924, Klosterneuburg), Almanca konuşan Bohemyalı, roman ve hikâye yazarı. 20. yüzyıl edebiyatının en önemli figürlerinden biri olarak kabul edilmektedir. Gerçekçilik unsurlarını ve fantastik unsurları birleştiren eserleri tipik olarak tuhaf veya sürrealist önyargılarla ve anlaşılmaz sosyal-bürokratik güçlerle karşı karşıya kalan izole kahramanlara sahiptir ve yabancılaşma, varoluşsal kaygı, suçluluk ve saçmalık temalarını keşfetme olarak yorumlanmıştır. "Dönüşüm" (Die Verwandlung), Dava (Der Prozess) ve Şato (Das Schloss) en bilinen eserleridir. "Kafkaesk" terimi, Kafka'nın yazdıklarındaki gibi durumları tanımlamak için üretilmiştir.

Kafka, Bohemya Krallığı'nın başkenti ve daha sonra Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nun parçası olmuş, günümüzde Çekya'nın başkenti olan Prag'da, Almanca konuşan Yahudi orta sınıf bir ailede dünyaya geldi. Avukat olmak amacıyla hukuk eğitimini tamamladıktan sonra bir sigorta şirketinde çalışmaya başladı. İşinden dolayı bulduğu boş zamanlar onu yazı yazmaya sevk etti. Yaşamı boyunca, gergin ve mesafeli bir ilişki yaşadığı babası dâhil olmak üzere, ailesine ve yakın arkadaşlarına yüzlerce mektup yazdı. Birçok kez nişanlanmasına rağmen hiç evlenmedi ve 1924'te 40 yaşındayken veremden öldü.

NAİM SÜLEYMANOĞLU-KYOKO MORİ

 




Naim Süleymanoğlu ve Kyoko Mori’nin ilişkisi, Seul Olimpiyatları (1988) sırasında başladı. Mori, Japonya’da gazetecilik yapıyordu ve Süleymanoğlu ile röportaj yapmak için Seul’e gelmişti. Bu röportaj, ikili arasında bir yakınlaşmaya dönüştü ve olimpiyat süresince görüşmeye devam ettiler.

Olimpiyatlardan sonra Süleymanoğlu, Mori’yi Türkiye’ye davet etti ve bir süre Ankara’da birlikte yaşadılar. Ancak Mori’nin hamile kalmasıyla ilişkileri değişti. 1991’de ayrıldılar; yakın çevreleri, Süleymanoğlu’nun babalığa hazır olmadığını belirtti. Mori, bir süre Ankara Üniversitesi’nde araştırma görevlisi olarak çalıştıktan sonra 1993’te Türkiye’den ayrıldı.


                 
1994’te, üç yaşındaki kızı Sekai ile birlikte Ankara’ya döndü ve Süleymanoğlu’na ulaşmaya çalıştı. Ancak bıraktığı mesaj ona ulaşmadı ve Mori, Türkiye’yi bir daha dönmemek üzere terk etti. Süleymanoğlu, kızının kendisini görmek için geldiğini yıllar sonra öğrendiğinde büyük bir üzüntü yaşadı.

Bu aşk, hem tutkulu hem de trajik bir hikâye olarak kaldı. Süleymanoğlu, vefatından önce yakın arkadaşına, Kyoko Mori’den olan kızının bulunmasını vasiyet etti. 

Naim Süleymanoğlu, halter tarihinin en büyük sporcularından biri olarak kabul edilir. Lakabı "Cep Herkülü", olağanüstü gücünü ve küçük fiziğini yansıtıyordu. Kariyeri boyunca üç Olimpiyat altın madalyası, yedi dünya şampiyonluğu ve altı Avrupa şampiyonluğu kazandı. 

Henüz 15 yaşındayken Brezilya'daki Dünya Gençler Halter Şampiyonası'nda iki altın madalya kazanarak dikkat çekti. 16 yaşında dünya rekoru kırarak en genç dünya rekortmeni unvanını aldı. 1983'te Viyana'da düzenlenen turnuvada 56 kiloda dünya rekorlarını koparmada 130,5 kg, silkmede 165 kg ve toplamda 295 kg olarak kırdı. 

1986'da dünya şampiyonasında 60 kilo kategorisinde yarışarak toplamda 335 kg kaldırdı ve dünya şampiyonu oldu. 1988 Seul Olimpiyatları'nda ise koparma, silkme ve toplamda birden fazla dünya rekoru kırarak Türkiye'ye güreş dışındaki ilk altın madalyayı kazandıran sporcu oldu. 

Toplamda 46 dünya rekoru kıran Süleymanoğlu, 2001 yılında Olimpiyat Nişanı ile onurlandırıldı ve Uluslararası Halter Federasyonu Onur Listesi'ne seçildi. Olağanüstü başarıları sayesinde Time dergisinin kapağında yer aldı. 




Naim Süleymanoğlu, halter tarihinin en büyük sporcularından biri olarak kabul edilen, olağanüstü başarılarıyla tanınan bir Türk halterciydi. "Cep Herkülü" lakabıyla anılan Süleymanoğlu, küçük fiziğine rağmen büyük ağırlıkları kaldırarak dünya çapında ün kazandı.


Kariyeri ve Başarıları

Doğum: 23 Ocak 1967, Kırcaali, Bulgaristan

Ölüm: 18 Kasım 2017, İstanbul, Türkiye

Olimpiyat Altın Madalyaları: 1988 Seul, 1992 Barselona, 1996 Atlanta

Dünya Şampiyonlukları: 7 kez dünya şampiyonu oldu

Avrupa Şampiyonlukları: 6 kez Avrupa şampiyonu oldu

-Dünya Rekorları: Kariyeri boyunca 46 dünya rekoru kırdı

Özel Başarılar: 1988 Seul Olimpiyatları'nda kendi ağırlığının üç katından fazlasını kaldırarak tarihe geçti.


Türkiye'ye İlticası ve Etkisi:

Süleymanoğlu, Bulgaristan'daki baskılardan kaçarak 1986 yılında Avustralya'da düzenlenen Dünya Halter Şampiyonası sırasında Türk Büyükelçiliğine sığındı. Türkiye adına yarışabilmesi için Bulgaristan'a 1 milyon dolar ödendi. Bu süreç, hem spor hem de siyasi açıdan büyük yankı uyandırdı.


Kültürel ve Sportif Mirası:

Süleymanoğlu, yalnızca bir sporcu değil, aynı zamanda Türk sporunun uluslararası alandaki en büyük temsilcilerinden biri oldu.



BARIŞ
e-KİTAP SATIŞ SİTELERİ



   




                                                   



                                           



































































MEVLANA





 MEVLEVİLİĞİ İSLAM ZANNEDENLERE!


"Ben ne Hristiyan, ne Yahudi, ne Zerdüşt,
ne de Müslüman'ım," diye başlayan dizelerinde Mevlana kendi yolunu açıklamıştır.…

Mevlana'nın kitabı Kur'an değil Mesnevi'dir.

Mabedi cami değil dergahtır.

İbadeti namaz değil semahtır.

Kanunu Şeriat değil Mevleviliktir.

Mevlana'nın talebeleri mürit değil sufîdir.

Mevlana ibadet ettirmez, meditasyon yaptırırdı.

Sufiler kendi etrafında dönerek huzura ererdi.


(Alıntıdır.)