İRAN HUDUDUNDA BİR TİLKİ - Roman
B A R I Ş - Anı.Öykü

ATATÜRK ZEHİRLENDİ Mİ?

Atatürk düşmanları, Atatürk’ün ölümünü alkole bağlarlar, içki içtiği için siroz hastalığına tutulduğunu ve içkiden öldüğünü söylerler.

Amaçları İslam dinine göre içilmemesi gereken alkollü içkiyi Atatürk’ün bağımlılık derecesinde içtiği dedikodusunu yayarak böylece Atatürk düşmanlığının temelini atmaktır.
Dinden geçinenler Atatürk düşmanlığı temelini atmak için O’nun ölümünü bu şekilde işlerlerken diğer yurttaşlar da bilgi eksikliğinden ve bu konunun yeterince işlenmemesinden dolayı, genelde bu şekilde; “Atatürk alkolden ölmüştür” şeklinde bilirler.

Bu nedenle konunun ayrıntılı ele alınması ihtiyacı vardır. Ölümünden bu yana geçen 86 yıldır sadece dost meclislerinde gündeme gelen ‘Atatürk ölmedi, zehirlendi’ iddialarına ilişkin tarihi belgeleri ele alırsak, 57 yaşında hayatını kaybeden Atatürk’ün doğal yollardan ölmediği, zamanın kudretli yöneticileri ve doktorları tarafından ‘zehirlendiğine’ ilişkin iddialar zaman zaman dillendirilse de bu, sınırlı bir tartışmanın ötesine geçmemiştir.

İlk belge; İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’nın 30 Haziran 1938’de, yani Atatürk’ün ölümünden 4,5 ay önce İsmet İnönü’ye gönderdiği yazı. “Çok kıymetli büyüğüm İsmet İnönü. Cumhurreisimizin hastalığı gün geçtikçe ilerlemekte, çevresinde size karşı bazı tedbirler aldığını duydukça çok üzülmekteyim. Tahsis ettiğimiz doktorun görevini layığı ile yaptığı kanısındayım. Cumhurreisimiz, doktorlardan çok şikâyet etmiş, ‘Beni Türk doktorlarına emanet edin’ demiştir.

Yabancı doktorları uzaklaştırmak istemektedir. Her şey yolunda ve mecrasında seyretmektedir. Sizleri Cumhurreisi olarak görmek arzusu hepimizde hasıl olmuştur. Hürmetle ellerinizden öperim efendim.

Dahiliye Vekili Şükrü Kaya.” (30 Haziran 1938). İkinci belge ise, Atatürk’ün zehirlendiği tartışmalarının 20 yıl sonra devletin zirvesindeki bazı isimlerin başını ağrıtacak ve ölüm tehditlerine bile sebep olacak şekilde yeniden gündeme geldiğini gösteriyor.

CHP Genel Sekreteri Kasım Gülek, 26 Şubat 1959 tarihindeki yazısında, daha sonra İçişleri Bakanlığı da yapacak olan Hıfzı Oğuz Bekata’yı nazik bir şekilde uyarıyor. Hıfzı Oğuz Bekata, Kasım Gülek’in ‘nazikçe’ uyarılarına rağmen Atatürk’ün ölümünün arkasındaki sırrı araştırmaya devam etti. Bekata’nın İçişleri Bakanı olduğu 1962 yılında, CHP Genel Sekreter Yardımcısı Doktor Lebit Yurdoğlu’ndan destek istediği, Yurdoğlu’nun elde ettiği bulguları bir mektupla ilettiği görülüyor.

Doktor Yurdoğlu, Bekata’ya yazdığı yazıda Atatürk’ün kesinlikle öldürüldüğüne dikkat çekiyor. Yurdoğlu tespitlerini şu şekilde sıralıyor: “Bu konuyu derinlemesine araştırdığımda sorunun sadece geç teşhis olmadığını, teşhisle uyumlu ilaçlar kullanılmadığını tespit ettim… Sıtma tedavisi için kullanılan Kinin ilacının 43 şişe kullanıldığını gördüm. Bu kadar Kinin kullanıldığında karaciğerinde onarılmaz yaralar açacağını her hekim bilir. Bunun sanki bilinçli kullanılmış olduğun izlenimi edindim… Eppinger, Bergman, Dr. Fissinger, Dr. Neşet Irdelp’in hekimlik görevlerini bilinçli bir şeklide eksik yaptıkları kanısı bende hâkim olmuştur.” Atatürk’ün hayatı boyunca çekilen binlerce fotoğrafı olmasına rağmen neden alkolik denilen bir insanın masasında ve elinde içki şişesi ve bardağı yoktur? Hatta kız çocuğuyla birlikte çekilmiş ve elinde bir bardak malt içeceği olmasına rağmen “Atatürk kız çocuğuna bira içiriyor” diye iftiralar atılmıştır.

Atatürk, yanlış tedavi uygulandığı için ölmüştür. Atatürk sanıldığı gibi siroz hastası değildi. Atatürk’e sıtma tedavisi yapılmış, aşırı Kinin yüklenmiş ve karaciğeri bu yüzden iflas etmiş, siroza dönüşmüştü. Tedaviyi yapan Doktor Mason locası üstadı doktor Mim Kemal’dir. Büyük Millet Meclisi’nde Atatürk’ün ölüm raporu gündeme geldiğinde, 1935 yılında kapatılan ancak Meclis’ten tam olarak arındırılamayan Masonlar ortaya bir fikir atarlar: “Efendim, gençlerimize terbiye olur, onun alkol ve sigaradan öldüğünü duyuralım…” denir ve kabul edilir, tarih kitaplarına da böyle girer…

Atatürk, vatanımızı 11 savaş yaparak, hepsinde de zafer ile ayrılarak düşmanı vatanımızdan kovmuştur. Bize Türkiye Cumhuriyeti’ni armağan etmiştir. Ne mutlu Atatürk’ü gerçekten anlayan ve anlatanlara! Aşırı dozda kinin verildiği gibi bu kininin civalı kinin olarak verildiği söylenir. Kininle verilen cıva zamana yayılarak kademeli olarak zehirlemiştir.

Bulgar Yahudi’si 33 numaralı mason Beneroysan 1948 de Yunan Laikifoni gazetesinde; Bir masonun itirafları başlığı altında yayınlandı. Yayınlanan itiraflarında Atatürk'ün mason localarını kapatmasından sonra; Dünya masonları Moskova'da toplantı halindeyken haberi alıyorlar ve o toplantıda intikam yemini ediliyor.1935 ten itibaren, Atatürk'e yakınlık kurarak ilk darbeyi sinir sistemine vurarak işe başlıyorlar. 1935 ten 1938’e kadar planlı olarak Atatürk'ün sağlığı üzerinde mason doktorlar vasıtasıyla hain planlarını uygulamaya koyduklarını itiraf ediyor. Kısacası, Gazi Mustafa Kemal Atatürk şehit edilmiştir. Ruhu şad, mekânı cennet olsun Türk'ün son başbuğunun! 

(Alıntıdır.)

PAPAĞAN 🦜 YAYIN KÖŞEM



BARIŞ
İMZALI KİTAP SİPARİŞİ

 


B A R I Ş

Anı - Öykü

ISBN 9786255554024 - 16 x 23 cm - 232 sayfa -Basım 06/2025


Size Özel İmzalı - İndirimli - Kargo Dahil
eserimin satış fiyatı 

490,00 - %20 indirimli 392,00 ₺



Sipariş:     WhatsApp

İRAN HUDUDUNDA BİR TİLKİ
İMZALI KİTAP SİPARİŞİ

 



İRAN HUDUDUNDA BİR TİLKİ

Ali GÖKÇE - Roman

ISBN 9786257157810 - 16 x 23 cm - 520 sayfa -  Basım 09/2024


Size Özel İmzalı - İndirimli - Kargo Dahil
 eserimin satış fiyatı  

1.010,00   - %20 indirimli 808,00 ₺


Sipariş:     WhatsApp 
     

BEYİN

 



''Eğer transistörleri alıp nöronları birbirlerine birleştirir gibi beynin modelini çıkarsak beynin hangi bir boyutta bir bilgisayar gibi olabileceğini tespit edebiliriz. Bu bilgisayar küçük bir şehir boyutunda olurdu. Bu bilgisayar binlerce megavatlık elektrik tüketirdi. Bu enerjinin elde edilmesi için de bir nükleer santral gerekirdi. Aynı zamanda çok sıcaktır çünkü elektrik üretir. Bu bilgisayarı soğutmak için bir nehre ihtiyacınız olur. Eğer küçük bir şehir büyüklüğünde bir bilgisayarım olsaydı nehirden gelen su ve bu dev bilgisayara enerji üreten bir nükleer santral... işte hepsi bir arada bir beyin olurdu..

Fakat beynimiz binlerce megawatt harcamaz sadece 20 wattlık enerji harcar. Bir şehir büyüklüğünde değil sadece bir insanın kafatasına sığacak büyüklükte. Bu nasıl mümkün olabilir? Öncelikle beyin bir bilgisayar değil. Önceleri beyni bilgisayar gibi düşünürdük ama artık böyle düşünmüyoruz. Beyinde ne pencereler, ne Pentium çipler, ne programlama ne de altprogramlar var. Peki o halde beyin nasıl çalışır?

Beyin bir öğrenme makinasıdır. Beyin öğrendiği her konudan sonra kendini düzenler. İşte dijital bilgisayarların bile yapamadığını beyin böyle yapar. Dijital bilgisayarlar öğrenemezler. Bugün dizüstü bilgisayarınız dün olduğu gibi yine aptal. Hatta bir önceki gün olduğu gibi aptal. Diz üstü bilgisayarınız asla daha zeki hale gelemez. Fakat beyniniz bunun hepsini yapar. Sürekli yeni şeyler öğrenir. Bu nedenle beyin tam anlamıyla bir bilgisayar gibi değildir, beynin düzeni bambaşkadır. Bu nedenle bilgisayarın, beyin gibi olabilmesi için ancak bir şehir büyüklüğünde olması gerekir.''
❪Prof.Dr. Michio Kaku / Teorik Fizikçi❫

BİR NASİHAT




“Kedilerin kuyruğunu çekmeyen,

karınca yuvalarına basmayan,

salyangozları ezmeyen,

köpekleri taşlamayan,

ağaç dallarını kırmayan, çiçekleri ezmeyen...

Ağlayan arkadaşına sarılıp;

‘Neyin var?’ diye soran,

düşen arkadaşını kaldıran...

Sevgiyi hissetmeyi ve hissettirmeyi bilen çocuklar büyütün..."

(Alıntıdır.)

ANITKABİR NÖBETİ

ANITKABİR MUHAFIZ ALAYINDAN

BİR ASKERİN MEKTUBU


"Benim adım ASKER, kimileri MEHMETCİK der.
Aynı, ailemdeki bütün erkeklere dendiği gibi.
Nüfus kağıdımda adımın ne yazdığı önemli mi?
Askerim ben.
81 vilayetten birinde doğdum.
Bu vatanın bir evlâdı olarak, vatan borcumu ödüyorum.
Acemi birliğinde seçtiler beni.
Mülakattan geçtim.
Sorular sordular, bildiğimi cevapladım.
"Yiyom - içiyom - gidiyom - geliyom - yapıyom - ediyom" dememem için, bir defter dolusu doğrusunu yazdırdılar bana bunların.
Muayeneden geçtim 4 kez.
Üniformamın dışından gözükecek dövmem var mı diye baktılar hep.
3 ay sonra dağıtım olarak Ankara Muhafız Alayına geldim.
Boş tüfekle yürüyüş eğitimi aldık.
Mankenlerin yaptığı gibi çizgi üzerinde düz yürüdük iki hafta.
Kaz Adımı öğrettiler.
Sizin bir saniye bildiğiniz şeyin, ağızdan çıkan iki heceli üç-beş harfli bir kelime ile eşit olduğunu öğrendim.
Her adımda bir saniye boşluğunu içimden saydığım iki heceli kelime ile geçtim.
Arkadaşlarımla, göz göze gelmeden bu saniye ölçümü ile aynı anda aynı hareketi yaptım.
Dönüşlerde köşe yapmayı öğrendim.
Ben bunları yaparken sürekli karşımda Atatürk resmi, Atatürk büstü, Atatürk'ün sözlerini yazan tabelalar vardı.
Zaten severdim Ulu Önderi.
Ama, onun kabrinde, onu bekleyeceğim bana bir kat daha gurur verdi.
Yattığımız yataklarda düz yattık hep, ayakta hazır ol da bekler gibi.
Sağa sola dönersek, nöbetçi astsubay veya çavuş bizi uyandırır, düz yat derdi.
Periyodik olarak tam bir saat, sonra iki saat ayakta kıpırdamadan durma eğitimi aldık.
Terimiz akar silemez, yüzümüz, sırtımız kaşınır kaşıyamazdık. Sinek konsa huylanırdık, kovamaz hatta üfleyemezdik bile.

İki ay daha geçti böylece.
Kıpırdamadan durmayı öğrendik.
Bakmak - Görmek kavramını öğrettiler bize. Sabit bir noktaya bakmamız ama baktığımızı görmememize şartladılar.
Gerçekten deneyin, bir noktaya sürekli sabit bakın, zaten başka bir şeyi göremiyorsunuz.
Gün geldi bu resmimim çekildiği yerde ve Anıtkabir girişinde nöbet tutmaya başladım.
Hava ve arkadaşlarımın sağlık durumuna göre bir saat veya iki saat bu nöbeti gururla tuttum.

Bize derlerdi ki, böyle nöbet tutan askere hap verirler, topuğundan iğne yaparlar, seni uyuştururlar.
Hiç alakası yok.
İnanın orada nöbet tutarken içinizi kaplayan gurur her şeyin önündedir.
Kıpırdamanız bir yana, acıkmaz, susamaz, kaşınmazsınız. Dikkatiniz baktığınız sabit noktadadır.
O nokta bazen, şekilden şekle girer sizin bakışlarınızda.
Bir tek ter...
Ah o ter var ya, sırtınızdan süzülürken hiç koymaz da, başınızdan yüzünüze, gözünüze sızan ter sizi mahveder.
Ziyarete gelen analar, babalar gelir siler terimizi.
Teşekkür edemeyiz ama, göz göze gelirsek, minnet hissimizi gözümüze bakan anlar.
Atamın huzuruna gelenler, onların vatan sevgisi, hele hele İstiklâl Marşı okunurken veya 10 Kasımlarda çalan siren gözümüzün yaşını getirir.
Oradaki insanlar üşenmez, gelir, tertemiz mendilleriyle göz yaşımızı silerler.
O an anam babam geldi sanırım.
İstemesem de baktığımı görürüm o an minnetle.
İşte bu gururu her Türk evlâdı yaşayamıyor.
Çok şanslıyım ben.
Adım ASKER, MUHAFIZIM ben,
görevim SAYGI NÖBETİ."

(Alıntıdır.)

ÇİGAN-PASA DOBLE




Pasa Doble Espanol Gypsy Dance




Pasa Doble Music 002



Pasa Doble - Andre Rieu




Çal Çigan - Darvaş




Çigan Quartet





Çigan Müzikleri Orkestrası




Vural Doğu Çigan Orkestrası

Aysun Ercan ve Kemanları


 


Çigan Melodileri - Halil DARVAŞ


MARŞLAR

 


Hoş Gelişler Ola Mustafa Kemal Paşa




Jandarma Marşı





Deniz Harp Okulu Marşı




Hava Harp Okulu Marşı



İleri Marşı



Sakarya Marşı



Hücum Marşı



Komando Marşı




Alay Marşı





Gençlik Marşı



Vatan Marşı



Anafartalar Marşı



Ankara Marşı




100. Yıl Marşı - Norm Ender



İzmir Marşı



Harbiye Marşı (Kara Harp Okulu Marşı)



Eski Ordu Marşı



Plevne Marşı


30 Ağustos Marşı



Dumlupınar Marşı - T.K.K. Bando ve Mızıkası





Onuncu Yıl Marşı - TSK Armoni Mızıkası


DANSÖZ

 

KIVIRMAK ANCAK BU KADAR OLUR.

 

Amerika’da bir süpermarkette, müşteri sadece yarım kivi satın almak istiyor. Müşteri temsilcisi ise, bunun mümkün olmadığını söylüyor. Aralarında söz dalaşı çıkınca da müşteri temsilcisi koşa koşa yetkiliye çıkıyor:

“Efendim, hayvanın biri yarım kivi almak istiyor!”  Bunu der-demez, şöyle bir arkasına dönünce bir de ne görsün; müşteri arkasından gelmiş, ensesinde duruyor…

Müşteri temsilcisi uyanık davranıp, hemen müşteriyi işaret ederek;

“Bu beyefendi de diğer yarısını almak istiyor, efendim…” diyor.

Yetkili durumu hemen anlıyor, adama yarım kiviyi mecburen verip gönderiyorlar.

Yetkili bir müddet sonra elemanı çağırtıyor:

“Tebrik ederim, çok zeki davrandın, vaziyeti iyi idare ettin. Nerelisin sen?

“Brezilyalıyım efendim…”

“Amerika’ya niye geldin?”

 “Brezilya cazip bir yer değil efendim, orada insanlar ya fahişe ya da futbolcu olur.”

Yetkili şaşırmış;

“Biliyor musun, benim karım da Brezilyalı… ”

“Yaaa öyle mi, yenge hangi takımda futbol oynuyor?”

(Alıntıdır)

MUSTAFA KEMAL ATATÜRK

 



                                                                        
                
Mustafa Kemal Atatürk (1881, Selanik - 10 Kasım 1938, İstanbul), Türk mareşal, devlet adamı, yazar, Türk Kurtuluş Savaşı'nın başkomutanı, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu ve ilk cumhurbaşkanıdır. Türkiye'yi laik, sanayileşen bir ulusa dönüştüren kapsamlı ilerici reformlar üstlenmiştir. İdeolojik olarak sekülarist ve milliyetçi politikaları ve sosyo-politik teorileri Kemalizm olarak tanınmıştır.

ETNİK MÜZİK



Göklerden Gelen Yemin - (TURAN)




Yap Boyunda - (TÜRKMEN)




Mitiz Meshrep - (UYGUR)





Osibisa - Happy Children - (GANA-KARAYİP)





TheSilenceW - (ÇİN)





Malaysia Chabor - Red People - (MALEZYA)





Fado Portugues - Amalia Rodrigues - (PORTEKİZ)




Gambia - Sona Jobarteh - (GAMBİA)





Nagada Sang Dhol  - (HİNT)





Katyuşa - (RUS)





Habibu - (ARAP)






El Condor Pasa - Andrei Rieu - (PERU)


 

Solitude - Hiromitsu Agatsuma - (JAPON)


ÇOCUKLARA ŞARKILAR

 





Küçük Ayşe (Küçük Asker)




Aslanı Seviyorsan Alkışla



Old MacDonald




Horozumu Kaçırdılar




Aç Kapıyı Bezirgan Başı



Kırmızı Balık



Jingle Bells


Leylek Leylek Havada



Bakkal Amca




Dandini Dandini Dastana





Postacı



Heybeler Bellerde - Arzu Zorer ÜZAN



Müsaadenizle Çocuklar - Barış Manço




Ayı - Barış Manço



Küçük Kız - Ayça ve Elma Şekerleri



Arı Vız Vız


Ali Baba'nın Çiftliği




Gezegenler



The Colors Song




A Be Ce




Domates, Biber, Patlıcan - Barış Manço




Benim Annem Güzel Annem




Küçük Kurbağa, Küçük Kurbağa




Arkadaşım Eşek - Barış MANÇO




Kuş Sesleri Ovalara Yayılır - Modern Folk Üçlüsü




Orda Bir Köy Var Uzakta




Daha Dün Annemizin Kollarında Yaşarken



BİZ KEDİLER

 

             

Köpeklerin aksine, biz kediler tatlı şeylerin tadını alamayız.


Deniz suyunu lıkır lıkır içebiliriz


Yunusların sesini duyabilen nadir canlılarız.

Yavrularımız, uyurken büyüme hormonu salgılar.

Biz yetişkinler, sadece uyumayı sevdiğimiz için uyuruz.

Hatta o kadar çok uyuruz ki; örneğin, 9 yaşındaki bir soydaşım, sadece 3 yılını uyanık olarak geçirir.

Bizler, derin uykudan tam uyanıklık seviyesine bir anda direkt olarak geçebiliriz!

İnek sütünü hazmedemeyiz.

Bazılarımızın baş parmağı vardır.

İnsanların parmak izlerine benzer olarak bizim de burun izlerimiz vardır ve eşsizdir.

Ayrıca burnumuzun ucunu göremeyiz.

Hüseyin Bolt’tan bile daha hızlı koşabiliriz.

Yeterince sıcak bir ortamda büyüyen siyam cinslerimiz bembeyaz olurlar.

Kedi kapısının mucidi, kedisine kapıyı açıp kapatmaktan deney yapamaz hale gelen Isaac Newton’dur.

Nikola Tesla’nın, kedisi tarafından statik elektriğe çarpıldıktan sonra elektrik üzerine araştırmalar yapmaya başladığı söylenir.

Bizimle ne kadar çok konuşursanız biz de o kadar konuşkan oluruz. Sonra da “ne çenesi düşük kedi” damgası yeriz.

Dişilerimiz sağ, erkeklerimiz sol patilerini daha çok kullanırlar.

Yeni doğduğumuzda, henüz 3 haftalık iken rüya görmeye başlarız.

Bizim zar zor görünebilen üçüncü göz kapaklarımız vardır.

Ter bezlerimiz patilerimizdedir, patilerimizden terleriz.

Kaybolup, evden kaçarsak, beynimizdeki ufak mıknatıslar sayesinde evin yolunu patilerimizle koymuş gibi bulabiliriz.

Kuyruğumuzu titretiyorsak, sizi görüp heyecanlandığımız içindir.

Kısırlaştırılan bizler 2-3 yıl daha fazla yaşarız.

Mırlamalarımız, iyileştirici bir özelliğe sahiptir.

Sağlıklı ve yetişkin isek, kendi boyumuzun 6 kat yükseğine kadar zıplayabiliriz.

Köpekler 10 farklı ses tonuna sahipken biz de bu sayı 100’ den fazladır.

Size masaj yapıyorsak, bilin ki artık siz bize aitsiniz.

Size bakarken gözümüzü açıp kapıyorsak, bu bizim “seni seviyorum” deme şeklimizdir.

Bizler öyle fazla konuşmayız. O yüzden burada gevezeliği kesiyorum.

Miyav’la kalın patisiz dostlarım.

Bir Dost, 25 Ağustos 2025

ORMAN

 

Sayın Hiç kimseye,

boşu-boşuna, öylesine, lâf olsun torba dolsun babından karaladığım naçizane dilekçemdir.

Ülkemizde, bildiğiniz gibi Or-Generaller var, Or-Amiraller var. Bir de Or’lukları hiç bitmeyenler var, yüzyıllarca hem de!

He ya, bravo bildiniz, Or-Man.

 

Hepsinin ortak özelliği dünyadaki canlılar olması.

Üstteki Or lar el üstünde tutuluyor ama alttaki Or lar ateşler içinde, alev-alev, son on yılda gözyaşları hiç dinmiyor. Onlara saygı duyulmuyor.

“Türkiye Çöl Olmasın” diye diye çabalayıp, ömrünü tüketen ikinci bir (merhum) Hayrettin Karaca’mız da maalesef yok. (Türkiye Erozyonla Mücadele, Ağaçlandırma ve Doğal Varlıkları Koruma Vakfı -TEMA- kurucularından)

 

Ormanlarımız her yıl artarak yanmaktadır. Yanan ormanlarımıza da uluslararası kabul görmüş standartlarda yer almayan yeni bir ölçü birimi uydurdu sayın basın-yayın üstatlarımız. Şu bölgedeki yanan ormanlarımız; “şu kadar sayıdaki ‘futbol sahası’ büyüklüğünde!” Hepimiz anladık, hepimiz futbolseveriz ya, futbol sahasının en-boy oranını da zaten necip halkımız santimi-santimine adı gibi biliyor ya. Bazen ölçü birimi olarak “hektar” da kullanılıyor. Hektarın da ne kadar bir alan ölçüsü olduğunu bilmeyen mi var canım?

Ya hu, sayısız sokak röportajlarıyla da sabittir ki, gerçekler göz önüne serilmektedir ki; zır cahillerle dolu bir ülkede yaşıyoruz. (Lütfen hemen araya girmeyin ama, tamam siz ‘prof’ sunuz, bi dinleyin hele) Vatandaşın biri Güneş’in Almanya’dan daha yakında olduğunu söylerken bir diğeri, Mısır Piramitlerinin Anadolu’dan Mısır’a kaçırıldığını -gırgır geçerek- söyleyen muhabire, “güvenlik önlemlerinin arttırılması” önerisinde bulunuyor, iyi mi? Pek çok sayıda kişi kan’a kırmızı rengini vişnenin verdiğinde hemfikir. Bunu da yazacağım ama gülersiniz diye yazmıyorum! Gülmeyin lütfen ağlanacak cehaletimize. Her şey zamanla rayına oturacak. Şunun şurasında birkaç yüz yıl gibi kısa bir zaman kaldı, acık sabredin, göz açıp-kapanıncaya kadar geçer zaman, oturun oturduğunuz yerde.

 

Yanan-yakılan orman alanlarının “asla ve kat’a” imara açılmayacağını, buna müsaade edilmeyeceğini, gelmiş-geçmiş hatta gelecek sayın bakanlarımız, milletvekillerimiz ilgili kamu görevlilerimiz yıllardır vurgulayıp kararlılıkla-sertçe beyan ediyorlar. Çok etkileniyoruz tabi. Duygulanıyoruz bile. (Turizme-ranta elverişli olmayan, gelecekte de olmayacak olan yerlere dikilen çam fidanlarının beş yıl içinde filizlendiğini medyadaki fotoğraflardan gözümüze sokuyorlar, elbette görüyoruz.) Siz hiç Ege, Akdeniz kıyı şeridinde yanan ormanların yerinde bir tek filiz gördünüz mü? O sizin gördüğünüz Filiz den söz etmiyorum, o komşu Melahat Hanım’ın kızı. Vatandaşı, kör-ahmak yerine koyup; genellikle fiyakalı yabancı lisanlarda isimler konulan, hotel (artık otel denmiyor, İngiliz’iz ya o bakımdan, daha havalı oluyor herhalde)  tatil köyü, ultra lüks villaları da körüz ya o bakımdan görmüyoruz. Medyada yayınlanan fotoğraflarla da ispatlanıyor ki;  en güzide turizm merkezlerindeki yanan-sipariş üzerine yakılan orman alanlarında boy-boy mantar gibi biten devasa boyutta tesisler var, aslında onları da haberleriyle, fotoğraflarıyla boşu boşuna yayınlayıp duruyorlar. Biz hâlâ körüz, bunu öğrenemediler. Birileri “yazık ya” falan-filan bile diyor numaradan, duyuyoruz da ne işe yarıyor.

Tam da sipariş verilen alan kadar ormanın yakıldığını da görmüyoruz. Körüz dedik ya.

 

 

Atalarımızın bir lafı var, duymayanınız yoktur sanırım; “ölenle ölünmez” demişler. Olan olmuş bir defa, ormanlarımız yanmış-yakılmış-yaktırılmış, ülkemizin ciğerleri yanmış dolayısıyla insanlarımızın da ve de orman ahalisinden olan yerleşik hayvan nüfusun da…

Bunları neden yazmaya çalıştım: Artık, yanan yerlere bir tek bile çam ve türevi fidanın dikilmemesini istiyorum!

Millet olarak bu sarı çamlardan, kızıl çamlardan salınan oksijenin artık ciğerlerimize fazla geldiğini, doz aşımı olduğunu, oksijen zehirlenmesine maruz kaldığımızı düşünüyorum.

O yüzden fazla salınan oksijene yıllardır maruz kalan pek bir muhterem halkımızın beyninde galiba uyuşturucu etkisi olmuş. Herkes sonsuz bir uykuda gibi. Bu sonsuzluğun neticesinde donsuz kalacaklarını öngörüyorum şahsen.

Ormanlarımızla ilgili olarak hasreten bir ricada bulunmak istiyorum da kimden ricada bulunacağıma karar veremiyorum. Zaten sorunum da bu.

 

Lütfen yanan-yakılan-yaktırılan tüm orman alanlarına bir tek bile çam fidanı dikmeyiniz, diktirmeyiniz!

Emperyalistlerin yıllar önce ülkemize çam tohumu diye empoze edip soktuğu

gerçekte nifak tohumu olduğu artık anlaşılan, bu ‘saatli bombalardan’ kurtulmayı bir fırsata çevirip, yanan tüm alanlara, sonsuz sayıda,  uçsuz bucaksız ZEYTİN FİDANI, MEYVE FİDANI dikilmesini öneriyorum.

 

Halk çoluk-çocuğuna pazardan çürük-çarık bile olsa meyve alamaz duruma gelmiş. Kozalak mı yiyecek bu millet? Lütfen.

 

Ali Gökçe, 25 Ağustos 2025

HAYVAN MI? KİM?

 



NE ZORUNUZ VAR BU EVLATLAR İLE DÜNYA SADECE SİZİN Mİ SANIYORSUNUZ?

Elbette bir köpeğin, bir kedinin ya da diğer tüm hayvanların siyasi görüşü yoktur. Dini inancı yoktur. Futbol fanatiği değildir. Alkolik değildir. Tütün ürünleri ya da uyuşturucu madde de kullanmaz. Küfretmez. Beddua etmez. Malınızda gözü yoktur. Çalmaz. Yalan söylemez. Sizi enayi, salak, aptal yerine koymaz. Mirasınızdan pay istemez. İşinizi elinizden almaz. Arkanızdan dedikodunuzu yapmaz. Size tecavüz etmez. Allah ile aldatmaz. Ülkenizi bölmeye çalışmaz. Kavga etmez. Sizi bıçaklamaz. Tabancayla vurup, öldürmez. Ekmeğinizi, işinizi elinizden almaz. Makamınızdan ayağınızı kaydırmaz. Çatışma çıkarmaz. Savaş çıkarmaz. İkiyüzlü, riyakâr olmaz. İnkârcı olmaz. Hile bilmez. Sizi kazıklamaz. Haksızlık etmez. Karınıza-kızınıza sarkmaz.

Velhasıl kelam, dünyadaki tüm yanlışlık ve kötülüklerden uzak ve kısa bir ömür sürerler. Siz bu ‘melekler’ yerine hâlâ insanları sevmeye, saygı duymaya devam ediyorsanız; sanırım, muhtemelen yukarıdakilerden bir ya da birkaç huyunuzla örtüşen bir yanınız olduğu için olabilir diye düşünüyorum. Ben de insanım, yanılıyor da olabilirim. Siz de size göre belki de en meleksinizdir. Bunu siz bilirsiniz.

Varlığı bile ispat edilmemiş melekler uyduracağınıza gözünüzün önündeki melekleri görmeye, sevmeye başlayın bence. Öteki varsaydığınız melekler de bundan mutlu olur bakarsınız.

“Pisst”, “Hoşt” gibi kelimeleri fersah-fersah hak eden milyonlarca insanımsı yaşıyor bu dünyada. Onlardan masum canlarımıza sıra bile gelmez. Şayet iyi canlı ile kötü canlı varlıkları iyice tanıyabilirsek.

Ali Gökçe 24 Ağustos 2025

23 Ağustos, ULUSLARARASI KÖLE TİCARETİNİ
ANMA VE KALDIRILMASI GÜNÜ

 



22 Ağustos 1791'i 23 Ağustos'a bağlayan gece, bugün Haiti Cumhuriyeti'nin Saint Domingue kentinde, transatlantik köle ticaretinin kaldırılmasında çok önemli bir rol oynayacak olan ayaklanmanın başlangıcına tanık oldu.

 

Bu arka plana karşı, Uluslararası Köle Ticaretini Anma ve Kaldırılması Günü her yıl 23 Ağustos'ta anılmaktadır. İlk olarak birçok ülkede, özellikle Haiti (23 Ağustos 1998) ve Senegal'deki Gorée Adası'nda (23 Ağustos 1999) kutlandı.

 

Bu Uluslararası Gün, köle ticaretinin trajedisini tüm halkların hafızasına yazmayı amaçlamaktadır. "Köleleştirilmiş Halkların Rotaları" adlı kültürlerarası projenin hedeflerine uygun olarak, bu trajedinin tarihsel nedenleri, yöntemleri ve sonuçları hakkında kolektif bir değerlendirme ve Afrika, Avrupa, Amerika ve Karayipler arasında ortaya çıkan etkileşimlerin analizi için bir fırsat sunmalıdır.

 

"İnsan sömürüsünü kesin olarak ortadan kaldırmanın ve her bireyin eşit ve koşulsuz onurunu tanımanın zamanı geldi. Bugün, geçmişin kurbanlarını ve özgürlük savaşçılarını hatırlayalım ki, gelecek nesillere adil toplumlar inşa etmeleri için ilham verebilsinler."

 

Audrey Azoulay

UNESCO Genel Direktörü

UNESCO Genel Direktörü, tüm Üye Devletlerin Kültür Bakanlarını, her yıl bu tarihte ülkelerinin tüm nüfusunu ve özellikle gençleri, eğitimcileri, sanatçıları ve aydınları kapsayan etkinlikler düzenlemeye davet eder.

22 Ağustos, ULUSLARARASI FOLKLOR GÜNÜ

 

Uluslararası Folklor Günü


Uluslararası Folklor Günü (Международный день фольклора) her yıl, dünya çapındaki farklı kültürlerin halk sanatı, gelenekleri ve göreneklerini korumak ve tanıtmak amacıyla kutlanır. Bu gün, masallar, efsaneler, müzik, danslar, el sanatları ve ritüeller dahil olmak üzere sözlü ve maddi kültürel mirasın önemini vurgular.


Tatilin Tarihi
Uluslararası Folklor Günü'nü kurma girişimi, halk kültürünün zenginliğine ve ulusal kimliğin oluşumu ile kültürel çeşitliliğin önemine dikkat çekmek amacıyla ortaya çıktı. Bu kutlama, nesiller arası bilgi alışverişini teşvik eder ve farklı halkların geleneklerine saygıyı güçlendirir.

Hedefler
Kutlamanın başlıca hedefleri şunlardır:

* Halk sanatı ve kültürel mirasın korunması ve tanıtılması.
* Folklor ustaları, müzisyenler, dansçılar ve zanaatkarların desteklenmesi.
* Gençlerin kendi halklarının geleneklerini öğrenmelerinde eğitim ve katılım sağlanması.
* Uluslararası kültürel alışverişi ve karşılıklı anlayışı teşvik etmek.

Gelenekler ve Etkinlikler
Bu gün çeşitli kültürel etkinlikler düzenlenir, bunlar arasında:

* Halk müziği, dans ve tiyatro gösterileri festivalleri.
* El sanatları, sanat eserleri ve geleneksel kıyafet sergileri.
* Eğitim seminerleri, atölye çalışmaları ve folklorik gelenek sunumları.
* Çocuklar ve yetişkinler için yarışmalar, gösterimler ve etkileşimli programlar.

Uluslararası Katılım
Birçok ülke ve kültürel organizasyon, deneyim paylaşımı ve kültürel mirasın korunması amacıyla festivaller ve projeler düzenleyerek kutlamalara katılır. Uluslararası Folklor Günü, halklar arasında dostluğu güçlendirmeye ve dünya genelinde kültürel çeşitliliğin değerini artırmaya yardımcı olur

21 Ağustos - TERÖRİZM MAĞDURLARINI ANMA
VE ONLARA SAYGI ULUSLARARASI GÜNÜ



Terörizm Mağdurlarını Anma ve Onlara Saygı Günü her yıl 21 Ağustos’ta kutlanır. Bu gün, terör eylemlerinden etkilenen tüm insanların anısını onurlandırmak ve terörizmle ilgili trajedilerden sağ kurtulanlara destek vermek amacıyla 2017 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından ilan edilmiştir.

Tarihçe ve önemi
Bu günün ilanı, dünya genelinde terörizm mağdurlarının yaşadığı acıları kabul etme ihtiyacına bir yanıt olmuştur. Terör eylemleri yalnızca doğrudan mağdurlara ve ailelerine değil, tüm topluluklara derin travmalar yaşatır, güvenlik ve istikrar duygusunu yok eder. BM, bu günü mağdurların haklarına dikkat çekmek ve onların adalete ve desteğe erişimini sağlamak için bir fırsat olarak değerlendirmektedir.

Amaçlar ve hedefler
Terörizm Mağdurlarını Anma ve Onlara Saygı Günü’nün başlıca amaçları şunlardır:

* hayatını kaybedenleri anmak;
* hayatta kalanlara ve ailelerine dayanışma göstermek;
* mağdurların karşılaştığı sorunlara dair farkındalığı artırmak;
* terörizmle mücadelede ve mağdurlara destek konusunda uluslararası iş birliğini teşvik etmek.

Gelenekler ve etkinlikler
Bu günde anma törenleri, terörizm mağdurlarına adanmış anıtlara çiçek bırakma, saygı duruşu ve halka açık etkinlikler düzenlenir. Ayrıca, mağdurlara yardım ve terörizmi önleme tedbirlerinin tartışıldığı konferanslar ve yuvarlak masa toplantıları da yapılır.

Uluslararası katılım
Birçok ülke ve uluslararası kuruluş, tematik etkinlikler, farkındalık kampanyaları ve çevrim içi faaliyetler düzenleyerek bu günü desteklemektedir. BM ayrıca, hayatta kalanların deneyimlerine özel önem verir, böylece onların yaşadıkları, daha güvenli ve adil bir toplumun inşasına katkı sağlayabilir.

Sadece 2017'de, terörizmin neden olduğu tüm ölümlerin yaklaşık dörtte üçü sadece beş ülkede gerçekleşti: AfganistanIrakNijeryaSomali ve Suriye. BM tarafından yapılan açıklamaya göre, bu gün terör mağdurlarının ihtiyaçlarının desteklenmesine ve haklarının savunulmasına izin vermek anlamına geliyor.