İRAN HUDUDUNDA BİR TİLKİ - Roman
B A R I Ş - Anı.Öykü

İRAN HUDUDUNDA BİR TİLKİ
İMZALI KİTAP SİPARİŞİ

 



İRAN HUDUDUNDA BİR TİLKİ

Ali GÖKÇE - Roman

ISBN 9786257157810 - 16 x 23 cm - 520 sayfa -  Basım 09/2024


Size Özel İmzalı - İndirimli - Kargo Dahil
 eserimin satış fiyatı  

1.010,00   - %20 indirimli 808,00 ₺


Sipariş:     WhatsApp 
     

ATATÜRK HAKKINDA (1)



Atamızın boyu 1.74, kilosu ise 75 civarıydı.

42 numara ayakkabı giyiyordu. Ayakkabıları genelde siyah rugandı. Atatürk’ün de T.C. kimlik numarası: 10000000146. Aslında bu, birinci sıradaki T.C. kimlik numarası. Sondaki 46, güvenlik amacıyla, sistem tarafından otomatik konulmuş. Atartürk’ün en sevdiği yemek, etsiz kuru fasulye ile pilavdı.

Kahveyi de çok seviyordu. Günde 10-15 fincan Türk kahvesi içiyordu. Atatürk’ün tüm gömlekleri beyazdı. Takım elbiselerinin modelini kendisi çiziyordu.

Lacivert rengi sevmezdi. Bu nedenle gardrobunda laciverte yer yoktu. Atatürk'ün 'Foks' adında bir köpeği vardı. Atamız Foks’u Yalova kaplıcalarına gittiği bir gün, seyyar bir fotoğrafçıdan 50 liraya satın almış. Foks öldükten sonra doldurulup mumyalanmış. Halen de "Atatürk ve Kurtuluş Savaşı Müzesi'nde sergileniyor.

Atatürk spor yapmayı çok severdi. Düzenli ata binerdi, yüzerdi ve bilardo oynardı.

Atatürk, çok kitap okuyan biriydi. Binlerce kitabı vardı. Ancak en sevdiği kitap, Reşat Nuri Güntekin’in Çalıkuşu adlı romanıydı. Öyle ki, kitabı sürekli yanında taşırdı ve zaman zaman rastgele bir sayfa açıp okurdu.

Atamız 44 sayfalık bir geometri kitabı yazdı. Bugün kullandığımız üçgen, dörtgen, çap, artı, eksi, bölü, oran gibi Türkçe kelimeleri Atatürk buldu. Atatürk’ün bu kitap dışında 13 kitabı daha var.

Mustafa Kemal; Medeni Bilgiler, Karlsbad Hatıraları, Bölüğün Muharebe Eğitimi gibi hem askeri hem de toplumsal konularda kitaplar yazdı. Atatürk isminde bir çiçek vardır.

Rivayete göre, Atamız bu çiçeği çok seviyor diye bu ismi koymuşlar. Bir başka iddiaya göre ise Meksika kökenli çiçeği Türkiye’de yetiştiren bitki bilimciler çiçeğe Atatürk ismini verdi.

Mustafa Kemal Atatürk, son söz olarak, “Aleykümeselam” dedi. Anlatılanlara göre, Atatürk, hasta yatağında doktoruna dikkatle baktı ve “Aleykümeselam” dedi.

Ardından girdiği komada 30 saat kaldı. 10 Kasım 1938 günü ise hayatını kaybetti. Atamızı sevgiyle, saygıyla, minnetle anıyoruz.


BEYİN

 



''Eğer transistörleri alıp nöronları birbirlerine birleştirir gibi beynin modelini çıkarsak beynin hangi bir boyutta bir bilgisayar gibi olabileceğini tespit edebiliriz. Bu bilgisayar küçük bir şehir boyutunda olurdu. Bu bilgisayar binlerce megavatlık elektrik tüketirdi. Bu enerjinin elde edilmesi için de bir nükleer santral gerekirdi. Aynı zamanda çok sıcaktır çünkü elektrik üretir. Bu bilgisayarı soğutmak için bir nehre ihtiyacınız olur. Eğer küçük bir şehir büyüklüğünde bir bilgisayarım olsaydı nehirden gelen su ve bu dev bilgisayara enerji üreten bir nükleer santral... işte hepsi bir arada bir beyin olurdu..

Fakat beynimiz binlerce megawatt harcamaz sadece 20 wattlık enerji harcar. Bir şehir büyüklüğünde değil sadece bir insanın kafatasına sığacak büyüklükte. Bu nasıl mümkün olabilir? Öncelikle beyin bir bilgisayar değil. Önceleri beyni bilgisayar gibi düşünürdük ama artık böyle düşünmüyoruz. Beyinde ne pencereler, ne Pentium çipler, ne programlama ne de altprogramlar var. Peki o halde beyin nasıl çalışır?

Beyin bir öğrenme makinasıdır. Beyin öğrendiği her konudan sonra kendini düzenler. İşte dijital bilgisayarların bile yapamadığını beyin böyle yapar. Dijital bilgisayarlar öğrenemezler. Bugün dizüstü bilgisayarınız dün olduğu gibi yine aptal. Hatta bir önceki gün olduğu gibi aptal. Diz üstü bilgisayarınız asla daha zeki hale gelemez. Fakat beyniniz bunun hepsini yapar. Sürekli yeni şeyler öğrenir. Bu nedenle beyin tam anlamıyla bir bilgisayar gibi değildir, beynin düzeni bambaşkadır. Bu nedenle bilgisayarın, beyin gibi olabilmesi için ancak bir şehir büyüklüğünde olması gerekir.''
❪Prof.Dr. Michio Kaku / Teorik Fizikçi❫

BİR NASİHAT




“Kedilerin kuyruğunu çekmeyen,

karınca yuvalarına basmayan,

salyangozları ezmeyen,

köpekleri taşlamayan,

ağaç dallarını kırmayan, çiçekleri ezmeyen...

Ağlayan arkadaşına sarılıp;

‘Neyin var?’ diye soran,

düşen arkadaşını kaldıran...

Sevgiyi hissetmeyi ve hissettirmeyi bilen çocuklar büyütün..."

(Alıntıdır.)

ANITKABİR NÖBETİ

ANITKABİR MUHAFIZ ALAYINDAN

BİR ASKERİN MEKTUBU


"Benim adım ASKER, kimileri MEHMETCİK der.
Aynı, ailemdeki bütün erkeklere dendiği gibi.
Nüfus kağıdımda adımın ne yazdığı önemli mi?
Askerim ben.
81 vilayetten birinde doğdum.
Bu vatanın bir evlâdı olarak, vatan borcumu ödüyorum.
Acemi birliğinde seçtiler beni.
Mülakattan geçtim.
Sorular sordular, bildiğimi cevapladım.
"Yiyom - içiyom - gidiyom - geliyom - yapıyom - ediyom" dememem için, bir defter dolusu doğrusunu yazdırdılar bana bunların.
Muayeneden geçtim 4 kez.
Üniformamın dışından gözükecek dövmem var mı diye baktılar hep.
3 ay sonra dağıtım olarak Ankara Muhafız Alayına geldim.
Boş tüfekle yürüyüş eğitimi aldık.
Mankenlerin yaptığı gibi çizgi üzerinde düz yürüdük iki hafta.
Kaz Adımı öğrettiler.
Sizin bir saniye bildiğiniz şeyin, ağızdan çıkan iki heceli üç-beş harfli bir kelime ile eşit olduğunu öğrendim.
Her adımda bir saniye boşluğunu içimden saydığım iki heceli kelime ile geçtim.
Arkadaşlarımla, göz göze gelmeden bu saniye ölçümü ile aynı anda aynı hareketi yaptım.
Dönüşlerde köşe yapmayı öğrendim.
Ben bunları yaparken sürekli karşımda Atatürk resmi, Atatürk büstü, Atatürk'ün sözlerini yazan tabelalar vardı.
Zaten severdim Ulu Önderi.
Ama, onun kabrinde, onu bekleyeceğim bana bir kat daha gurur verdi.
Yattığımız yataklarda düz yattık hep, ayakta hazır ol da bekler gibi.
Sağa sola dönersek, nöbetçi astsubay veya çavuş bizi uyandırır, düz yat derdi.
Periyodik olarak tam bir saat, sonra iki saat ayakta kıpırdamadan durma eğitimi aldık.
Terimiz akar silemez, yüzümüz, sırtımız kaşınır kaşıyamazdık. Sinek konsa huylanırdık, kovamaz hatta üfleyemezdik bile.

İki ay daha geçti böylece.
Kıpırdamadan durmayı öğrendik.
Bakmak - Görmek kavramını öğrettiler bize. Sabit bir noktaya bakmamız ama baktığımızı görmememize şartladılar.
Gerçekten deneyin, bir noktaya sürekli sabit bakın, zaten başka bir şeyi göremiyorsunuz.
Gün geldi bu resmimim çekildiği yerde ve Anıtkabir girişinde nöbet tutmaya başladım.
Hava ve arkadaşlarımın sağlık durumuna göre bir saat veya iki saat bu nöbeti gururla tuttum.

Bize derlerdi ki, böyle nöbet tutan askere hap verirler, topuğundan iğne yaparlar, seni uyuştururlar.
Hiç alakası yok.
İnanın orada nöbet tutarken içinizi kaplayan gurur her şeyin önündedir.
Kıpırdamanız bir yana, acıkmaz, susamaz, kaşınmazsınız. Dikkatiniz baktığınız sabit noktadadır.
O nokta bazen, şekilden şekle girer sizin bakışlarınızda.
Bir tek ter...
Ah o ter var ya, sırtınızdan süzülürken hiç koymaz da, başınızdan yüzünüze, gözünüze sızan ter sizi mahveder.
Ziyarete gelen analar, babalar gelir siler terimizi.
Teşekkür edemeyiz ama, göz göze gelirsek, minnet hissimizi gözümüze bakan anlar.
Atamın huzuruna gelenler, onların vatan sevgisi, hele hele İstiklâl Marşı okunurken veya 10 Kasımlarda çalan siren gözümüzün yaşını getirir.
Oradaki insanlar üşenmez, gelir, tertemiz mendilleriyle göz yaşımızı silerler.
O an anam babam geldi sanırım.
İstemesem de baktığımı görürüm o an minnetle.
İşte bu gururu her Türk evlâdı yaşayamıyor.
Çok şanslıyım ben.
Adım ASKER, MUHAFIZIM ben,
görevim SAYGI NÖBETİ."

(Alıntıdır.)