Çay ilk olarak milattan önce 2737 yılında, Çin'de medikal
amaçlarla kullanılmaya başlanmış. Zaman ilerledikçe çayı suyla bir araya
getirip bir içeceğe dönüştürmüşler. İlk içilebilir halde kullanılması milattan
önce 10. yüzyıla denk geliyor.
Etimolojik yani kelime kökeni olarak bugün kullandığımız çay
kelimesi, bize Çin'in bir lehçesi olan 'Mandarin'den gelmiştir. Okunuş olarak
"ça", Latin harfleriyle yazılımı "cha" olan bu kelime,
zamanla Orta Asya, Orta Doğu ve Kuzey ülkelerine kadar ilerlemiştir. Bu nedenle
bu coğrafya içinde yer alan neredeyse tüm ülkeler çay kelimesini
"çay" olarak okumaya devam eder.
Çin'de içilmeye başlanan ve artık diğer ülkelere yayılım
gösteren çayın yolculuğu ilk dönemde: Kore, Japonya ve Vietnam üzerine
olmuştur. İnsanlar bu ülkelerde çay içiyorken, çayın neredeyse bir diğer piri
olan Hindistan'da çay hala medikal amaçlarla kullanılıyormuş.
Günümüze yavaş yavaş yaklaşıldığında, 18. yüzyılda çay
eksperleri Çin'den çıkıp Portekiz'e gitmişler ve burada çay ekmeye başlamışlar.
Çay endüstrisi böylece yavaşça kurulmuş. İngiltere'nin Portekiz'e gitmesi ve
buradan çaya dair bilgilerin yanı sıra tohumları da almasıyla çay artık
Avrupa'ya da aktarılmış.
Ancak basit görünen bu süreçte, yani 18. yüzyıla kadar çayın
bir içecek olarak tüketimi hala yaygınlaşmamış, aksine pahalı bir içecek olarak
festival ya da özel durumlarda tüketilmiş.
1785'den sonra İngiltere ve İrlanda, çayı günlük kullanıma
entegre etmişler. Her şey burada da bitmemiş, İngiltere çayın nasıl içildiğini
Hindistan'a tanıtmış ve burada büyük çay yetiştirmeleri yapılmış.
Hükmettiği topraklardan kahveyi getiren ve tüm toprakları
genelinde yeni bir kültüre ön ayak olan Osmanlı'nın çayla tanışma hikayesi,
İstanbul'daki birkaç dükkanın çay ithalatı yapmasıyla başlamış. Çayın değerli
ve güzel bir içecek olduğunun farkına varan Osmanlı, Sultan II. Abdulhamid
döneminde Çin'den getirilen fidanları Bursa'ya ektirmiş ancak ekolojik
nedenlerle burada çay yetiştirmek mümkün olmamış.
Yapılan araştırmalara göre Türklerin çayla tanışıklığı
aslında çok daha öncelere Orta Asya'ya dayanıyormuş. Hatta 12. yüzyıl bile
diyebiliriz. Bir Kazan Kırım Türk'ü ve dil ıslahatçısı olan Abdül'l-Kayyum
Nasıri'nin kitabı Fevakihü'l-Cülesa'da ilk çay içen Türk'ün Hoca Ahmet Yesevi
olduğu vurgulanmış.
Çay konusunda bilinenin aksine çok büyük bir varlık
gösteremeyen Osmanlı, bu sırada I. Dünya Savaşı'nı yaşamış. Kaybettiği
topraklar ve ticari anlaşmalar nedeniyle bir kültür haline gelen kahveyi
oldukça pahalıya ithal etmeye başlamış. Yemen'den gelen kahveler çok pahalı bir
hal almış.
Bu konuda önlem alınması gerektiğini düşünen Mustafa Kemal
Atatürk, Türkiye topraklarında yetiştirilebilecek bir bitki olan çayın
yaygınlaşması için çalışmalara başlamış. Kahvenin pahalı yüzüne karşılık çay,
daha ucuza imal edilebilen ve kolay ulaştırılabilen bir içecek olmuş.
20. yüzyıla kadar çayla çok haşır neşir olmayan Türkler,
1900'lü yıllarda Karadeniz'in özellikle Rize ilinde çayda önüne geçilemez bir
büyüme gözlemlemiş. 1924 yılında devlet tarafından Rize'de çay yetiştirilmesi
konusunda bir yasa çıkarılmış. 1930'lara gelindiğinde Gürcistan'dan alınan 70 Ton siyah çay tohumu ekilmiş ve Rize'nin bir çay yıldızı olması sağlanmış.
Dönem-dönem yapılan tüm regülasyonlara rağmen, dünyada en
yüklü miktarda çay üretimi gerçekleştiren ilk 6 ülke arasındaki yerimizi
almışız.