İRAN HUDUDUNDA BİR TİLKİ - Roman
B A R I Ş - Anı.Öykü

EĞER OKURSAN


TIP okursan karşına insan DNAsının şempanze ile %98 aynı olduğu çıkar...

BİYOLOJİ okursan karşına evrim çıkar...

FİZİK okursan karşına BİG BANG çıkar...

KİMYA okursan karşına elementlerin kaynaşmasıyla İLK CANLILARIN nasıl oluştuğu çıkar...

JEOLOJİ okursan karşına dünyanın 4,5 milyar yıl yaşında olduğu çıkar...

ARKEOLOJİ okursan karşına tüm Ortadoğu dinlerinin temelini oluşturan SÜMER kültürü çıkar...

PALEONTOLOJİ okursan karşına dinozorlar çıkar.

EMBRİYOLOJİ okursan karşına insanın balık atasından kalma solungaçları ve kuyruk çıkar...

Eğer, hiçbir şey okumazsan;

sana ne söylenirse ona inanırsın.

Hep başkasının sana sunduğu hayatı yaşarsın, başkalarının doğrularıyla yaşamak zorunda kalırsın, seni herkes kandırır.

Ama sen bunların hiçbirisini fark etmezsin bile..

(Alıntıdır.)

İLLEGAL BİLİM

İLLEGAL BİLİM İNSANI...

Marie Curie yasal olarak üniversiteye gidemezdi.
Bu yüzden bunu yasadışı yollardan yaptı ve gizli bir örgüt olan 'Uçan Üniversite'ye gitti.
Uçan Üniversite, o zamanlar Rus İmparatorluğu'nun kontrolü altında olan Polonya'da faaliyet gösteren ve cinsiyet ayrımcılığı nedeniyle yüksek eğitimden dışlanan kadınlara kurslar sunan bir yeraltı eğitim ağıydı.
'Uçan Üniversite' adı, kurslar yetkililer tarafından tespit edilmekten kaçınmak için özel evler de dahil olmak üzere çeşitli yerlerde gizlice düzenlendiği için kullanıldı.
Marie Curie ilk yıllarında Uçan Üniversite'nin öğrencilerinden biriydi ve fizik, kimya ve matematik derslerine katılıyordu.

Uçan Üniversite'de edindiği deneyim daha sonraki akademik çalışmalarında kendisine yardımcı olmuş ve çığır açan keşiflerine katkıda bulunmuştur.
Nobel Ödülü kazanan ilk kadın, iki kez kazanan ilk kişi ve iki farklı bilim dalında Nobel Ödülü kazanan tek kişi olmuştur: fizik ve kimya.

Uçan Üniversite 1885'ten 1905'e kadar faaliyet göstermiştir. Uçan Üniversite 1920 yılında resmi olarak dönüştürüldü ve tamamen akredite bir akademik kurum olan Özgür Polonya Üniversitesi oldu...

CAM TAVAN SENDROMU



'Bilim adamları pirelerin farklı yükseklikte zıplayabildiklerini görürler.

Birkaçını toplayıp 30 cm yüksekliğindeki bir cam fanusun içine koyarlar.
Metal zemin ısıtılır. Sıcaktan rahatsız olan pireler zıplayarak kaçmaya çalışırlar ama başlarını tavandaki cama çarparak düşerler. Zemin de sıcak olduğu için tekrar zıplarlar, tekrar başlarını cama vururlar.
Pireler camın ne olduğunu bilmediklerinden, kendilerini neyin engellediğini anlamakta
zorluk çekerler.
Defalarca kafalarını cama vuran pireler sonunda o zeminde 30 santimden fazla zıpla(ya)mamayı öğrenirler.
Artık hepsinin 30 cm zıpladığı görülünce deneyin ikinci aşamasına geçilir ve tavandaki cam kaldırılır. Zemin tekrar ısıtılır. Tüm pireler eşit yükseklikte, 30 cm zıplarlar! Üzerlerinde cam engeli yoktur, daha yükseğe zıplama imkânları vardır ama buna hiç cesaret edemezler.
Kafalarını cama vura vura öğrendikleri bu sınırlayıcı ‘hayat dersi’ne sadık halde yaşarlar. Pirelerin isterlerse kaçma imkânları vardır ama kaçamazlar.
Çünkü engel artık zihinlerindedir. Onları sınırlayan dış engel (cam) kalkmıştır ama kafalarındaki iç engel (burada 30cm’den fazla zıplanamaz
inancı) varlığını sürdürmektedir.
Bu deney canlıların neyi başaramayacaklarını nasıl öğrendiklerini göstermektedir.
Bu pirelerin yaşadıklarına ‘cam tavan sendromu’ denir. Bir insanın gelebileceğine inandığı en üst nokta, onun cam tavanıdır.
Cam tavanınız hayallerinizin tavan yüksekliğini gösterir. İnsan inandığına denktir.
Dr. David Schwartz - “Cam Tavan Sendromu ”

GÖBEKLİTEPE



Arkeolog Klaus Schmidt, insanlık tarihinin yeniden yazılacağı Göbeklitepe’ye son kez bakarken.

Mısır piramitlerinden tam 7 bin yıl, İngiltere’deki Stonehenge’den ise 6 bin yıl daha eski bir yapı var Anadolu’da. Adı Göbeklitepe. Şanlıurfa’nın kıraç topraklarında, sıradan bir tepenin altında saklanmış bu yerleşim insanlık tarihini baştan aşağı değiştirdi
Aslında burası ilk kez 1963’te fark edilmişti. Chicago Üniversitesi ile İstanbul Üniversitesi’nden gelen araştırmacılar, bölgede taş aletler bulmuştu. Taşları inceleyince bunların Taş Devri’ne, yani 11 bin yıl öncesine ait olduğunu anladılar. Ama gözden kaçırdıkları çok önemli bir şey vardı: Burası sadece birkaç taşın olduğu sıradan bir alan değil, kocaman bir yerleşimdi. Onlar “burada göçebe kabileler yaşadı, büyük bir yerleşim kurmaları mümkün değil” diye düşünmüştü. Ama yanıldılar.
Çünkü Göbeklitepe, insanın tarım yapmaya başlamasından çok önce inşa edilmişti. Yani henüz buğdayı bile ekmeyi öğrenmemiş insan, devasa taş sütunlarla tapınaklar yapıyordu.
Bugüne kadar hep şunu öğrenmiştik:
“İnsan önce tarımı öğrendi, yerleşti, köyler kurdu. Sonra din ve tapınak ortaya çıktı.”
Ama Göbeklitepe bu ezberi bozdu. Burada görüyoruz ki önce inanç geldi, sonra yerleşik hayat başladı. Yani insanı yerleşik hayata geçiren sadece karın doyurmak değil, aynı zamanda inanç ve paylaşım ihtiyacıydı.
Bugün Göbeklitepe’nin taşlarına baktığımızda sadece eski bir tapınak görmüyoruz. Aynı zamanda insanın hayal gücünü, birlikte iş yapma gücünü, inancını görüyoruz.
11 bin yıl önce insanlar gökyüzüne bakıyor, hayvanları gözlemliyor, sembollerle anlatıyor ve “Burası kutsal” diyerek dev taşları yan yana diziyordu. O günlerden bugünlere bu kutsallık hiç kaybolmadı.
Göbeklitepe bize şunu söylüyor:
“Tarih, sadece ekmekle değil; hayalle, inançla, dayanışmayla da yazılır.”